İlişki esnasında rahim giriş kanalına yaklaşık üç yüz milyon sperm bırakılır. Bunların ancak yüzde biri, yani üç milyon kadarı elemeden geçerek rahim içine girmeyi başarabilir.
Üç milyon sperm fallop tüpündeki yumurta ile buluşmak ve döllenmeyi gerçekleştirmek için on saat kadar sürecek uzun ve zorlu bir yarışa girerler. Bunların içinden yalnız bir tanesi, yumurtaya ilk ulaşanı, yani en güçlü ve en sağlıklı olanı yarışı kazanmakta ve yumurta tarafından kabul edilip içeri alınmaktadır.
Yumurta hücresi kendisine ilk ulaşan spermin girişine izin verdikten sonra dış zarında saniyeler içinde hızlı bir kimyasal değişme olur. Ondan sonra gelen spermler içeri giremezler. Yumurta hücresinin dış yüzü “zona pelusida” adı verilen kalın bir zarla kaplıdır.
Zar tabakasının yapısında bulunan maddeler, yalnızca insan spermi yapısında bulunan özel enzimler tarafından eritilebilir nitelikte yaratılmıştır. Bu, insan yumurta hücresinin yalnızca insan sperm hücresi tarafından döllenmesine izin veren, bir başka ifade ile insan soyunu bozulmaktan koruyan mükemmel bir mekanizmadır.
Döllenen hücre bir yandan 2, 4, 8, 16, 32 şeklinde geometrik bir dizi takip ederek bölünüp çoğalırken diğer yandan rahme doğru ilerlemektedir. Bu arada rahim iç tabakası da kanla beslenmiş, bebeğe ev sahipliği yapmaya hazırdır. Bölünüp çoğalarak bir hücre yumağı haline gelen ve rahme ulaşan canlıya blastosist adı verilmektedir. Blastosist, rahim iç tabakasının en verimli bölgesine yerleşir, böylece gebelik (implantasyon) başlamış olur.
Gebelik gerçekleştikten sonra minik canlı hemen “beta HCG” adında bir gebelik hormonu üretir. Kana karışan bu hormon, anne adayının bütün organlarına gebeliği haber verir. Gebelik haberini alan organlar, kendilerini bebeğin gelişmesine yardımcı olacak şekilde programlar. Kana karışan beta HCG hormonu ayrıca gebe kadında sevgi ve şefkat duygularını güçlendirmektedir. Şefkat duygusu, acıma, koruma, karşılıksız hizmet, fedakârlık gibi birçok olumlu duyguyu içinde barındıran, annenin ve rahimdeki bebeğin fizik ve ruh sağlığı için çok önemli bir duygudur.
Şefkat duygusu, anne adayına gebeliği sevinçle karşılama, sağlığına dikkat etme ve anne olma isteği kazandırırken rahimdeki bebeğe de yaşama isteği verir. Gebelik gerçekleştikten sonra ay hali döngüsü ve yumurtlama geçici olarak duraklar ve böylece ikinci bir gebelik önlenmiş olur. Mûcizeyi ve Lütfu İdrak Edemeyenler Allah, Rahman ve Rahim’dir. Yarattığı bütün canlıları, aralarında ayrım yapmaksızın, lütuflarıyla nimetlendirir.
Bitkiler ve hayvanlar bu lütufların tamamını alır, Allah’ın koyduğu kanunların dışına çıkmazlar. Ancak insan öyle değildir. Akıl, şuur ve irade sahibi olduğu için lütufları kabul edip etmemekte serbest bırakılmıştır. Peygamberler tarihinde mûcizeleri gözleriyle gördükleri halde inanmamak için direnen ve inkâr yolunu seçen, ayağına kadar gelen lütufları kabul etmeyen nice akıl, şuur ve irade sahibi bahtsızlar vardır.
Hazret-i İsa’nın çok güzel bir sözü var, der ki: “Çokları çağrılır, fakat içlerinden azı seçilir.” Özelde havarileri için söylediği bu söz, genelde insanların lütuf karşısındaki duyarsızlığını anlatmaktadır. Psikiyatrist Dr. M. Scott Peck, “Az Seçilen Yol” isimli kitabında tedavi ve terapi sırasında karşılaştığı vakalardan hareketle hastalarını iki gruba ayırdığını söyler: “Lütfu idrak edip lütuf sahibine sığınanlar ve lütfu idrak edemeyip akıllarına güvenenler.”
Dr. Peck diyor ki: “Lütfu idrak edip lütuf sahibine yani Allah’a sığınanlar, bütün acılara ve disipline katlanarak kısa zamanda iyileşmektedirler. Diğer taraftan öyle hastalar vardır ki, yüksek bir kariyere, makama, mala mülke, eşe ve sağlıklı çocuklara sahip oldukları halde bunların bir lütuf olduğunu idrak edemezler.
Onun için mutlu değillerdir. Nevroz ve depresyon şikayetiyle psikiyatriste gider, onu beğenmez bir başkasına gider ama iyileşmek için gayret göstermezler.” Dr. Peck’in tespitlerinden hareketle anneleri de, lütfu idrak edenler ve etmeyenler olarak iki gruba ayırabiliriz. Aldığı hatalı eğitim ve içinde yaşadığı kötü şartlar sebebiyle evliliği yürütemeyen bir kadın, kendisine verilen lütufları idrak edemez.
Çocuk yetiştirme konusunda sorumluluklarını yerine getiremez. Sokakta kâğıt mendil satarak, ayakkabı boyayarak evine para götürmek zorunda bırakılan çocuklar, evinden kaçarak köprü altlarında ve harabelerde barınan, tinerci tabir edilen, hırsızlık ve kap-kaç yapan çocuklar lütfu idrak edemeyen annelerin çocuklarıdır.
Şiddete, kötü muameleye ve istismara maruz kalan bu çocuklar, bir anneye sahip oldukları halde, kimsesizler yurdunda koruma altına alınmış annesiz çocuklardan daha şanssızdırlar. Sokak çocuklarının büyük oranda varoş tabir edilen kenar mahallelerde ve gecekondu muhitlerinde yaşayan ailelerden gelmeleri sebebiyle bazı eğitimciler bu çocukların fakirliğin ve cehâletin eseri olduğunu ileri sürmektedirler.
Hayır! Bunlar fakirliğin değil, sefaletin ürünüdürler. Genellikle okumamış insanlara “cahil insan” denmektedir. Hayır, okumamış insanlara cahil değil, ümmî denir. Öyle okumamış ümmî anne babalar vardır ki, lütfu idrak ettiklerinden çocuklarını gül gibi yetiştirirler. |