-1-
Aziz, sıddık, mübarek kardeşlerim ve hizmet-i Kur'aniye ve imaniyede ihlaslı ve kuvvetli ve şanlı arkadaşlarım,
Cenab-ı Hakka hadsiz şükür ve hamd ederim ki, İhtiyarlar Risalesindeki ümidimi ve Müdafaat Risalesindeki iddiamı sizinle tasdik ettirdi.
Evet, -2- sizinle otuz bine mukabil gelen otuz Abdurrahman'ı, belki yüz otuz, belki bin yüz otuz Abdurrahman'ı Risaletü'n-Nur'a ihsan etti. Hem unutulmayan, her vakit yanımda bulunan kardeşlerim, Risale-i Nur'a sizin gibi pek ciddi sahip ve muhafız ve vâris ve hakikatbin ve kıymetşinas zatların benim yerimde benden daha kuvvetli, ihlaslı olarak vazife-i Kur'aniye ve imaniyede çalıştıklarını gördüğümden, kemal-i ferah ve sürur ve itminan ve istirahat-i kalble ecelimi ve mevtimi ve kabrimi karşılıyorum, bekliyorum.
Ben, sizi yazılarınızda ve hatırımdan çıkmayan hidematınızda günde müteaddit defalar görüyorum. Ve size olan iştiyakımı tatmin ediyorum. Siz de bu biçare kardeşinizi risalelerde görüp sohbet edebilirsiniz. Ehl-i hakikatin sohbetine zaman, mekân mâni olmaz; manevi radyo hükmünde biri şarkta, biri garpta, biri dünyada, biri berzahta olsa da rabıta-i Kur'aniye ve imaniye onları birbiriyle konuşturur.
Mâşaallah, barekallah "Kerâmât-ı Aleviye"nin Risaletü'n-Nur'a imzasını bu zamanda tam tasdik ettiren kerâmât-ı kalem-i Alevî (Ali) ve Kur'an'a çok kıymettar hizmeti ve Mucizat-ı Ahmediyenin (a.s.m.) harika bir kerametini gözlere gösteren ve Kur'an'ın altın bir anahtarı olan kalem-i Hüsrevî değil yalnız bizleri, belki ruhânîleri ve melekleri de sevindiriyorlar.
Bu defa elmas kalemli mübarekler tarafından bir sual var. Şimdilik cevap elimde değil. Eğer elime verilse, size gelir. Hergün hatırımda bulunan Rüştü, Refet, Süleyman, B. M. ve H. K. ve Abdullah ve sair isimlerini beyan etmediğim kıymettar kardeşlerimle hususi konuşmadığımdan gücenmesinler. Çünkü hizmetinizin azameti ve ehemmiyeti ve muârızların kuvveti ve şeytaneti nispetinde ihtiyata ve dikkate mecburuz.
Hafız Ali ile Hüsrev'in birbirleriyle ciddi bir mahviyet içinde kardeşlik irtibatları, Risale-i İhlâsın tam sırrına mazhar olduğunuzu bana ihsas etti, ümitlerimi fevkalade kuvvetlendirdi.
Ben daha ziyade yazacaktım, fakat şimdi birisi postahaneye gitmek üzere olduğu için acele ettiğinden kısa kestim.
Duanıza muhtaç
Said Nursî
Aziz, sıddık kardeşlerim ve hizmet-i Kur'aniyede kuvvetli, dirayetli arkadaşlarım,
Bu zaman cemaat zamanıdır. Ehemmiyet ve kıymet, şahs-ı maneviye göre olur. Maddi ve ferdi ve fâni şahsın mahiyeti nazara alınmamalı. Hususan benim gibi bir biçarenin kıymetinden bin derece ziyade ehemmiyet vermekle, bir batmanı kaldırmayan zayıf omuzuna binler batman ağırlığı yüklense, altında ezilir.
Lillahilhamd, Risaletü'n-Nur bu asrı, belki gelen istikbali tenvir edebilir bir mucize-i Kur'aniye olduğunu çok tecrübeler ve vakıalarla körlere de göstermiş. Ona ait medh ü senanız tam yerindedir; fakat bana verdiğinizden, binden birine de kendimi lâyık göremem. Yalnız, pek büyük bir nimete ve muvaffakiyete sizin gibi hakikatli talebelerin iştirak ve sa'y ve gayretleriyle mazhariyetim noktasında, Risale-i Nur hesabına ebede kadar iftihar ederim.
Nur iskele memuru Sabri kardeş,
Sabri, Süleyman ve Hüsrev üçünüzün sohbetinde, benim de iki cihette, belki üç cihette iştirakim var.
Nur fabrikası nam sahibi Hafız Ali kardeş,
Fevkalâde mektubun, ehemmiyetsiz şahsiyetim hariç kalmak şartıyla, bana harika göründü. Senin halis ve yüksek dirayetin terakkide olduğunu gösterdi. Bana, "İşte çok Abdurrahman'ları taşıyan bir Ali" dedirdi.
Mustafa'lar, Küçük Ali, mübarek ve münevver kardeşler,
Mektubunuz Büyük Ali'nin mektubu gibi acip bir hakikati ifade eder. O hakikat, Risale-i Nur hakkında haktır. Fakat benim haddim değil ki, o hududa gireyim.
Evet, fermân etmiş. Gavs-ı Âzam Şâh-ı Geylânî, İmam-ı Gazâlî, İmam-ı Rabânî gibi hem şahsen, hem vazifeten büyük ve harika zatlar, bu hadisi kıymettar irşâdatlarıyla ve eserleriyle fiilen tasdik etmişler. O zamanlar bir cihette ferdiyet zamanı olduğundan, hikmet-i Rabbaniye onlar gibi feridleri ve kudsi dâhileri ümmetin imdadına göndermiş.
Şimdi ise aynı vazifeye, fakat müşkilatlı ve dehşetli şerait içinde, bir şahs-ı manevi hükmünde bulunan Risaletü'n-Nur'u ve sırr-ı tesanüdle bir ferd-i ferid manasında olan şakirtlerini bu cemaat zamanında o mühim vazifeye koşturmuş. Bu sırra binaen, benim gibi bir neferin ağırlaşmış müşiriyet makamında ancak bir dümdarlık vazifesi var.
Refet kardeş,
Seninle hiç olmazsa her dört günde bir kere görüşmeye ihtiyaç ve iştiyakım varken, dört sene sonra hususi görüşebildik. Senin gibi hem kıymettar, tesirli diliyle ve kuvvetli, letafetli kalemiyle Risaletü'n-Nur'a çok ehemmiyetli hizmet edenler her vakit hatırımda manevi muhataplarım ve hayalen yanımda hazır arkadaşlarımdırlar. Risaletü'n-Nur'un fevkalade tesirli intişarı nazar-ı dikkati celbetmesinden, şimdilik ziyade ihtiyat lazımdır. İktisat Risalesiyle Çocukların Taziyenamesi risaleleri gönderilse münasiptir.
Umum kardeşlerime, hususan haslarına birer birer selam ve dua ederim. Ve o mübarek ve kıymettar arkadaşlarımın hatırları için hem akrabalarını, hem karyelerini kendi akrabam ve karyem içine alıp öylece dua ederek manevi kazançlarıma teşrik ediyorum.
Aziz, sıddık, fedakar, vefakar kardeşlerim,
Sizlerle muhabere edemediğimin sebebi, fevkalade bir dikkat ve tazyik ve tecrid altında bulunduğumdur. Hâlık-ı Rahimime hadsiz şükürler olsun ki, kuvvetli bir sabır ve tahammülü ihsan ederek suikasıtlarını akim bıraktı. Burada müfarakat zamanımın herbir ayı bir sene haps-i münferid hükmünde ezici olduğu halde, dualarınız berakâtıyla, inayet-i İlahiye her günümü bir ay kadar mesudâne bir ömre çevirdi. Benim istirahatim cihetinde merak etmeyiniz; rahmetin iltifatı devamdadır.
Sabri kardeş,
Sabırlı ol; ehemmiyetsiz ve zararsız olan vehmî ve asabî hastalığına ehemmiyet verme. Şifaya dua edilmekle beraber, zararsız, hatarsızdır. Çünkü, eğer hatarat, seyyie ise, nasıl ki aynada temessül eden pislik, pis değil ve aynadaki yılan sureti ısırmaz ve ateşin timsali yakmaz. Öyle de, kalbin ve hayalin aynalarında rızasız, ihtiyarsız gelen pis ve çirkin ve küfrî hatıralar zarar vermezler. Çünkü ilm-i usulde tasavvur-u küfür, küfür değil ve tahayyül-ü şetm, şetm olmaz. Hasene ise nuranî olduğundan, tasavvur ve tahayyülü dahi hasenedir. Çünkü aynada nuranînin timsali ziya verir, hâsiyeti var; kesifin misali ölüdür, hayatsızdır, tesiri yoktur. Eğer sair teellümât-ı ruhaniye ise, sabra, mücahedeye alıştırmak için Rabbanî bir kamçıdır. Çünkü, emn ve ye'sin vartasına düşmemek hikmetiyle, havf ve reca muvazenesinde sabır ve şükürde bulunmak için kabz-bast hâletleri celâl ve cemal tecellîsinden intibah ehline gelmesi, ehl-i hakikatçe medâr-ı terakki bir düstur-u meşhurdur.
Şamlı Tevfik'in ihtiyatını takdir etmekle beraber, eski kıymettar hizmetlerinin onun defter-i âmâline daimi bir surette yazı yazmaları için, o dahi daimi çalışması gerekti. Şükür yine, elmas kalemiyle vazifesine başlaması, ruhumu ümitler ve iştiyaklarla neşelendirdi, Barla hayatını hasretle hatırlattı.
Sabri kardeş,
İmamet vazifesinde Risaletü'n-Nur'a zarar yok; ruhsatla amel niyetiyle şimdilik çekilme.
Hüsrev kardeş,Beşinci Şuanın kıymetini tam beyan ve takdirin beni çok mesrur etti. İkinci defa yaldızlı bir Kur'an'ı yazdığın, beni fevkalade müferrah etti. Hem, benim için de yeni risaleleri mübarek kaleminle Haşiye istinsah ettiğin, beni minnettarlık hissinden mesrurâne ağlattı.
Haşiye: Medâr-ı hayret bir lûtf-u bereket: Gül fabrikasının kâtipliğiyle Risaletü'n-Nur'a intisap eden Hüsrev, iki buçuk sene evvel bir küçük şişe gülyağı göndermişti. Mütemadiyen istimal ettiğim halde daha bitmedi, devam eder. Kardeşiniz Emin yanımdadır. Bu berekete şehadet eder, hem size selam eder.
Rüştü ve Refet'in sıhhatleri ve kemal-i sadakat ve sebatları hazin endişelerimi izale etti. Isparta talebeleri hatırları için, ben Isparta'yı kendi karyem (Nurs) ile beraber duamda dahil ediyorum. Hatta emvâtına, Nurs emvâtı gibi dua ediyorum, hakikî vatanım ve memleketim nazarıyla o vilayete bakıyorum.
Makinesi kuvvetli Ali kardeş,
Sizlerin halisane ve ciddi faaliyetinizden, Risale-i Nur'a sizler gibi sarsılmaz çok talebeler zuhur ve devam ettiklerini ümit ederdim. Bildiğim Abdullah gibi ve bilmediğim umum kardeşlerime selamımı ve bütün manevi kazançlarıma onları teşrik ettiğimi tebliğ ediniz. Muhaberemde isimlerini yazmadığım ve hatırımda yazdığım kıymettar kardeşlerimle çok alâkadarım.
Kardeşlerim, çok ihtiyat ediniz, münafıklar çoktur. Mümkün oldukça risalelerin buradan irsal edildiğini söylemeyiniz; ta Risale-i Nur hizmetine zarar gelmesin. Maatteessüf, ben burada bütün bütün yalnız kaldığım için, çok ehemmiyetli hakikatler yazılmadan, kaydedilmeden geldiler ve gittiler. Kuleönü'nün halis ve ciddi ve mübarek çalışkanlarına ve İslam köyünün sadık ve gayretli ve kesretli talebelerine ve Barla'da vefadar ve kıymetli dostlarıma ve bilhassa Eğirdir'de fedakar ve vefadar Hakkı ve Mehmed gibi kardeşlerime ve sair umum ihvanıma binler selam ve dualar.
Dualarınıza kuvvetli itimat eden ve çok muhtaç bulunan kardeşiniz
Said Nursî
Aziz, sıddık ve fedakar ve vefakar kardeşlerim ve hizmet-i Kur'aniye ve imaniyede kuvvetli ve kıymetli ve çalışkan ve muktedir arkadaşlarım,
Bu dünyada benim için medâr-ı teselli sizlersiniz ve hakkınızda büyük ümitlerimi doğru çıkardınız. Cenab-ı Hak sizden ebeden razı olsun. Amin.
İrsâlâtınız ve bilhassa Onuncu Söz buraya o derece fayda verdi ki, herbir sayfasına mukabil, elimden gelseydi büyük bir hediye verirdim. Çoktan beri görmediğim için, ben hangisini okursam "En birinci budur" derdim. Ötekine bakardım, "Bu birincidir." Daha öbürüsüne baktıkça hayret ederek kat'î kanaatim geldi ki, Risaletü'n-Nur'un kitapları birbirine tercih edilmez. Herbirinin kendi makamında riyaseti var. Ve bu zamanı tenvir eden bir mucize-i maneviye-i Kur'aniyedir.
Evet, bu asrın ehemmiyetli ve manevi ve ilmî bir mürşidi olan Risaletü'n-Nur'un heyet-i mecmuası, sair şahsi büyük mürşidler gibi kendine muvafık ve hakikat-i ilmiyeye münasip olarak, birkaç nevide ve bilhassa hakaik-i imaniyenin izharında, intişarında azim kerametleri olduğu gibi, üç keramet-i zahiresi bulunan Mucizat-ı Ahmediye, Onuncu Söz ve Yirmi Dokuzuncu Söz ve Âyetü'l-Kübrâ gibi çok risaleleri dahi herbiri kendine mahsus kerametleri bulunduğunu çok emâreler ve vakıalar bana kat'î bir kanaat vermiş.
Hatta sekeratta bulunan talebelerine imanını kurtarmak için bir mürşid gibi yetiştiğine, müteaddit vakıalar şüphe bırakmıyor. "Bir saat tefekkür, bir sene ibadet-i nâfile hükmünde..." Bir misali, Nurun Hizb-i Ekberidir diye müşahede ettim ve kanaat getirdim. Haşiye
Sizlere Risaletü'n-Nur'un Hizb-i Ekberini ve Kur'an'ın Hizb-i Âzamını göndermek isterdim. Fakat Hizb-i Âzam çok uzun olduğundan daha yazdıramadım. Hizb-i Ekber ise, tercüme etmek istedim, şimdilik vazgeçtim. Sizin gibi kardeşlerin tercümeye muhtaç olmadığınızı düşünüp, yalnız Arabî suretini göndereceğim, inşaallah.
Sizlere evvelce Âyetü'l-Kübrânın Birinci Makamının hülâsası namıyla gönderdiğim parça, o Hizbin esasıdır. İhtiyarsız, o esasa küçük fıkralar ve bazı kayıtlar ilâve edildiği vakit, birden başka bir şekil aldı; inkişaf ve inbisat ederek Âyetü'l-Kübrânın misal-i müsağğarı gibi şehadet-i tevhidiyesi parladı; manaları ziyalandı, ruhuma, kalbime, fikrime büyük bir inşirah vermeye başladı. Ben de en yorgunluk ve usanç zamanımda onu mütefekkirâne okudum, büyük zevk ve şevk hissettim.
Bir suale cevap olarak yazdığım bir fıkrayı, size de faydası olur ihtimaliyle beyan ediyorum:
Evliya divanlarını ve ulemanın kitaplarını çok mütalaa eden bir kısım zatlar taraflarından soruldu: "Risaletü'n-Nur'un verdiği zevk ve şevk ve İmân ve iz'ân onlardan çok kuvvetli olmasının sebebi nedir?"
Elcevap: Eski mübarek zatların ekseri divanları ve ulemanın bir kısım risaleleri imanın ve marifetin neticelerinden ve meyvelerinden ve feyizlerinden bahsederler. Onların zamanlarında imanın esasatına ve köklerine hücum yoktu ve erkân-ı İmân sarsılmıyordu. Şimdi ise köklerine ve erkânına şiddetli ve cemaatli bir surette taarruz var. O divanlar ve risalelerin çoğu has müminlere ve fertlere hitap ederler; bu zamanın dehşetli taarruzunu defedemiyorlar.
Risaletü'n-Nur ise, Kur'an'ın bir manevi mucizesi olarak imanın esasatını kurtarıyor ve mevcut imandan istifade cihetine değil, belki çok deliller ve parlak bürhanlarla imanın ispatına ve tahkikine ve muhafazasına ve şübehattan kurtarmasına hizmet ettiğinden, herkese bu zamanda ekmek gibi, ilaç gibi lüzumu var olduğunu dikkatle bakanlar hükmediyorlar.
O divanlar derler ki: "Veli ol, gör; makamata çık, bak, nurları, feyizleri al."
Haşiye: Âyetü'l-Kübrânın üçüncü menzilinin başında, Ahmed-i Fârûkî Risale-i Nur hakkında demiş ki: "Mütekellimînden biri gelecek, bütün hakaik-i imaniyeyi kemal-i vuzuh ile beyan ve ispat edecek." Zaman ispat etti ki, o adam, adam değil, belki Risale-i Nur'dur. Ehl-i keşif, Risale-i Nur'u ehemmiyetsiz olan tercümanı suretinde keşiflerinde müşahede etmişler, "bir adam" demişler.
Risaletü'n-Nur ise der: "Her kim olursan ol; bak, gör. Yalnız gözünü aç, hakikati müşahede et, saadet-i ebediyenin anahtarı olan imanını kurtar."
Hem Risaletü'n-Nur, en evvel tercümanının nefsini iknaa çalışır, sonra başkalara bakar. Elbette nefs-i emmaresini tam ikna eden ve vesvesesini tamamen izale eden bir ders, gayet kuvvetli ve halistir ki, bu zamanda cemaat şekline girmiş dehşetli bir şahs-ı manevi-i dalâlet karşısında tek başıyla galibâne mukabele eder.
Hem Risaletü'n-Nur sair ulemanın eserleri gibi, yalnız aklın ayağı ve nazarıyla ders vermez ve evliya misilli yalnız kalbin keşif ve zevkiyle hareket etmiyor. Belki akıl ve kalbin ittihat ve imtizacı ve ruh ve sair letaifin teavünü ayağıyla hareket ederek evc-i âlâya uçar. Taarruz eden felsefenin değil ayağı, belki gözü yetişmediği yerlere çıkar, hakaik-i imaniyeyi kör gözüne de gösterir.
Aziz, tam sıddık kardeşlerim,
Benim, bu dünyada medâr-ı tesellim ve sürurum sizlersiniz. Eğer sizler olmasaydınız, bu dört sene azaba dayanamazdım. Sizin sebat ve metanetiniz, bana da kuvvetli bir sabır ve tahammülü verdi. Birden hatıra gelen dört nokta:
Birincisi: Kardeşlerim, bu zelzele benim itikadımda "şakk-ı kamer" gibi bir mucize-i Kur'an'dır; en mütemerridi dahi tasdike mecbur eder bir vaziyete girdi.
İkincisi: Eski zamandan beri hiçbir cemaat, Risale-i Nur'un şakirtleri kadar hak ve hakikat mesleğinde pek çok iş görmekle beraber, pek az zahmetle kurtulmamışlar. Bizim hizmetimizin ondan birini yapanlar, zahmetimizin on mislini çekmişler. Demek biz, daima "Şükür ve Elhamdülillâh" dedirten bir haldeyiz.
Üçüncüsü: Ben gönderilen risaleleri mütalaa ettim. Bir kısım hakikatleri mükerrer gördüm. Makam münasebetiyle tekrar edilmiş. Benim arzu ve belki ihtiyarım olmadan niçin böyle olmuş, kuvve-i hafızama gelen nisyandan sıkıldım. Birden, şiddetli bir ihtarla "On Dokuzuncu Sözün ahirine bak" denildi. Baktım, risalet-i Ahmediyenin (a.s.m.) mucize-i Kur'aniyesinde tekraratının çok güzel hikmetleri, tam tefsiri olan Risaletü'n-Nur'da tamamıyla tezahür etmiş. O tekrarat, o hikmetler için tam yerinde ve münasip ve lazım olmuş.
Hem Lütfü, hem Abdurrahman, hem Hafız Ali hükmünde Küçük Ali sizin namınıza da Yirmi Dokuzuncu Lem'a-i Arabiyenin tefsir ve tercümesini istemiş. Benim şimdi onunla meşgul olmaya ne vaktim var ve ne de halim müsaade eder. İnşaallah ileride Risaletü'n-Nur'un başka bir şakirdi o vazifeyi yapacak.
Hem Yirminci Mektupla Otuz İkinci Söz bir derece o Lem'ayı izah ederler. Hazret-i Ali (r.a.) iki defa . sırrıyla, perde altında gizli parlamasına işareti bizi ihtiyata sevk ve emreder.
Bir meseleye gayet kısacık bir remizle zekâvetinize, fehminize havale ediyorum:
Sual: "Yerin korkudan titremesi ve hiddeti neden Rus'a gelmiyor ve yalnız ...?"
Cevap: Çünkü nesholup tahrif olmuş bir dine karşı dinsizlikle ihanet başka. Ve hak ve ebedî bir dine karşı ihanet ise, yeri titretiyor, kızdırıyor.
Mukaddeme-i haşriyenin makamatını istiyorsunuz. Şimdiki vaziyetim hiçbir vecihle müsaade etmediği gibi, haşre dair yazılan hakikatler, bürhanlar umuma nispeten ihtiyaca tam kâfi olduğundan, çabuk yazmasına manen icbar edilmiyorum. Bir parça tehir edildi ve tacil edilmedi. Hem ben burada kayıtlar altındayım.
� � �
Aziz, sebatkar, fedakar, sıddık kardeşlerim,
Evvelâ: Gelecek bayramınızı tebrik ederim. -3- kasem-i Kur'aniyle fevkalade kıymetleri tahakkuk eden o mübarek gecelerde ve seherlerde mübarek kardeşlerimin mübarek duaları hem bana, hem ehl-i imana çok bereketli ve nurlu olmasını rahmet-i Rahman'dan niyaz ederim.
Saniyen: Size bir küçük sehvin büyük bir nükte-i gaybiyesiyle, karşı sayfadaki haşiyeyi, mevkilerinde yazmak için gönderdim.
Salisen: Hulusi'nin bir gailesi var diye hissediyorum. Merak etmesin, Risale-i Nur'un şakirtlerine inayet ve rahmet, nezaret ve himayet ederler. Dünyanın meşakkatleri madem sevap verir, geçerler; o musibetlere karşı sabır içinde şükürle, metanetle mukabele edilmek gerektir. Hem o, hem sizler bütün dualarımda ve kazançlarımda benimle berabersiniz.
Rabian: Risaletü'n-Nur, kendi kendine Kur'an'ın himayeti ve hıfz-ı Rabbânî altında intişar ediyor. İmam-ı Ali (r.a.) iki defa "sırren, sırren" demesi işaret eder ki, perde altında daha ziyade feyiz ve nur verir. Sizin gibi kardeşlerim, zamanın sarsıntılı hadisatına karşı-şimdiye kadar gibi-yine tam mukavemet eder ümidindeyim. . düsturumuz olmalı.
� � �
Aziz kardeşlerim,
Bilmukabele bayramınızı tebrik ederim.
Sıhhatimi soruyorsunuz. Buranın çok şiddetli kışı ve odamın çok soğuğu ve üç hazin gurbetin tesiri ve üç asabî hastalığın sıkıntısı ve bütün bütün yalnızlıkla kabil-i tahammül olmayacak çok zahmetlere maruz olduğum halde Hâlıkıma hadsiz şükrederim ki, her derdin en kudsi dermanı olan imanı ve iman-ı bilkaderden, kazâya rıza ilacını imdadıma gönderdi, tam sabır içinde şükrettirdi.
� � �
Aziz ve sıddık ve halis kardeşlerim,
Rabb-i Rahimime hadsiz şükür olsun ki, sizin gibileri Risaletü'n-Nur'a sahip ve naşir ve muhafız halk etmiş; benim gibi aciz bir biçarenin zayıf omuzundaki ağır yükü çok hafifleştirmiş.
Kardeşlerim, bu defa üç mektubunuzda birden üç Hulusi, üç Sabri, üç Hakkı gibi kıymettar dokuz kardeşi gördüm. Hapiste, Abdurrahman'ın pederi yerinde benim elbiselerimi yamalayan Hakkı'nın, ciddi ve hakikatli uhuvvetini ve talebeliğini tahminimden daha ileri terakki ettiğini bildim, çok mesrur oldum.
Sabri kardeş,
Beni saran ve bağlayan ağır kayıtlara ehemmiyet vermiyorsun. Halbuki buradaki evhamlı ehl-i dünya benimle pek fazla meşgul ve alâkadardırlar. Hatta... hatta... hatta... Her neyse...
Hem benim hakkımda, bin derece haddimden ziyade hüsnüzanla kıymet ve makam vermek, yalnız Risale-i Nur namına ve onun hizmeti ve Kur'an elmaslarının dellallığı hesabına kabul olabilir. Yoksa, hiç ender hiç olan şahsım itibarıyla kabule hakkım yok. Parlak ve çalışkan kalemiyle hem Risaletü'n-Nur'un, hem bizim hatıralarımızda çok ehemmiyetli mevki tutan ve yerleşen Hafız Tevfik'in yazdığı Âyetü'l-Kübrâ risalesini münasip gördüğünüz zamanda gönderirsiniz. Dokuz sene yazılarıyla mesrurâne ünsiyet eden gözlerim, hasretle o yazıları görmek istiyor.
Kıymettar Hulusi ve Hakkı gibi kardeşlerim,
Hakkı'nın dediği gibi, Sabri'nin mektuplarını aynen onların yerine kabul olmuş; o cihette Hulusi ile muhabere kesilmemiş, devam ediyor. Hadsiz şükür ve hamd ü sena olsun ki, Risaletü'n-Nur gittikçe parlak, harikane fütuhat-ı imaniye yapar. Kendi kendine, inşaallah her görenin kalbinde yerleşir, muannidleri susturur. Bir hıfz-ı gaybî altında düşmanları şaşırtmış kör gözleri onu görmüyor. İzini bulamadığı halde, parlak faaliyetini müşahede ediyorlar. Bu vakit pek ziyade ihtiyat lazım.
� � �
Aziz, sıddık, kıymettar kardeşlerim ve hizmet-i Kur'aniyede metin, ciddi, çalışkan arkadaşlarım,
Yeni bir medâr-ı keramet ve inayet ve sürur olan mektubunuzu aldım. Ve Risaletü'n-Nur'a ait bir ikram ve inayet-i İlahiyeyi gösterdi. Şöyle ki:
Bundan dört beş gün evvel, şiddetli bir taharriyle menzilim teftiş edildi. Her tarafa baktıkları halde, hıfız-ı İlahîyle, bizi mahzun edecek birşey bulamadılar. Yalnız İktisat, Hastalar, İstiâze gibi altı yedi risaleyi zararsız buldular. Sonra da Hüsrev'in ezan meselesi gibi müsadere kaidelerine tam muhalif olarak noksansız iade ettiler. Ben o hadiseden size endişe edip, dağdan dönerken Abdülmecid, Sabri, Hüsrev, Hafız Ali ile beraber konuşmak, "Acaba size de bir taarruz var mı?" diye sormak istedim. Ve lisanla bağırdım, geldim. Birden Emin kapıyı açtı, dördünüzün mübarek mektuplarınızı verdi. Her ikimiz bu ikram ve taharrîdeki keramet-i hıfziyeyi ve Hüsrev'in hilaf-ı memul öyle bir istida, öyle bir netice vermesindeki inayet-i Rabbâniyeye aynı zamanda muvafık gördük ve "Risaletü'n-Nur her vakit inayete mazhardır" diye şükrettik.
Aziz kardeşlerim,
Fihrist bakiyesinin telifi size havale edilmişti. Taksimü'l-â'mâl tarzında yapsanız iyi olur.
Maşaallah, barekallah, kalemlerinizin mükemmel çalışmaları devam etmekle beraber tezâyüd etmeleri ve hususan Sav'da birden çoğalması...
Hacı Hafız'a ve köyüne bin barekallah; bizi fevkalade mesrur etti. Ve Hüsrev'in tevafuklu yazıları, hususan yaldızlı Mucizat-ı Ahmediye (a.s.m.) nüshası ve Büyük ve Küçük Ali'lerin risaleleri buralarda tatlı, hem çok fütuhatı var. İnşaallah o mübarek kalemlerin daha çok fütuhatı olacak ve göreceğiz.
Aziz kıymettar, sadık ve sebatkar kardeşlerim,
Fihristeyi, taksimü'l-â'mâl tarzında mütesanid heyetinizin şahs-ı manevisine tevdiiniz çok güzeldir. Tam ve daimi bir üstad buldunuz. O manevi üstad, bu aciz kardeşinizden çok yüksektir; daha bana ihtiyaç bırakmıyor.
Sabri kardeş, senin rüyan mübarektir ve manidardır. İnşaallah zaman onu tabir edecek.
Kardeşlerim, sizin hatırınız ve askerliğiniz endişesi için hadisat-ı zamana baktım, kalbime böyle geldi:
Menfi esasata bina edilen ve Karun gibi -1- deyip, ihsan-ı Rabbânî olduğunu bilmeyip şükretmeyen ve maddiyun fikriyle şirke düşen ve seyyiatı hasenatına galip gelen şu medeniyet-i Avrupaiye öyle bir semavi tokat yedi ki, yüzer senelik terakkisinin mahsulünü yaktı, tahrip edip yangına verdi.
Avrupa zalim hükümetleri zulümleriyle, Sevr Muahedesiyle âlem-i İslama ve merkez-i Hilafete ettikleri ihanete mukabil öyle bir mağlubiyet tokadını yediler ki; dünyada dahi bir cehenneme girip çıkamıyorlar, azapta çırpınıyorlar.
Evet, bu mağlubiyet, aynen zelzele gibi, ihanetin cezasıdır. Burada çok zatlar kat'iyen hükmediyorlar ki, Risaletü'n-Nur'un iki merkez-i intişarı olan Isparta ve Kastamonu vilayetleri sair yerlere nispeten âfât-ı semâviyeden mahfuz kaldıklarının sebebi, Risaletü'n-Nur'un verdiği iman-ı tahkiki ve kuvvet-i itikadiyedir. Çünkü böyle âfâtlar, za'f-ı imandan neşet eden hataların neticesidir. Hadisçe, sadaka belayı defettiği gibi, o kuvve-i imaniye dahi o âfâta karşı derecesiyle mukabele ediyor.
Sizin bu defaki manevi ve nurlu hediyeniz benim nazarımda Cennetü'l-Firdevsten bir desti âb-ı kevser hediyesi, âlem-i bekadan bize gelmiş gibi ruhum inşirahla doldu; bütün duygularım sürurla şükrettiler. Size uzun bir mektup yazmak arzu ediyorum, fakat zaman ve halim müsaade ve muvafakat etmediğinden, kısa kesmeye mecbur oldum. Yalnız, o hediyelerin hususi sahiplerine maşaallah, barekallah, veffakakümullah, es'adekümullah derim.
Bilhassa Yirmi Yedinci Mektubun medresesinde mütehassirâne müştak bulunduğum kardeşlerimle maziye gidip tekrar görüştüm ve mükerreren ayrı ayrı görüşüyorum.
Otuz birinci ayetin birinci mukaddemesi olan -2- . cümlesi, bin beş yüz küsur olan makam-ı cifrîsiyle, ehl-i dalâlet tarafından aşılanan manevi hastalıkların kısm-ı âzamı Risaletü'n-Nur'un Kur'ani ilaçlarıyla izale edilebilir diye işaret etmekle beraber; maatteessüf iki yüz sene kadar dünyanın ömrü bâki kalmışsa, bir fırka-i dâlle dahi devam edeceğine ima ediyor. . cümlesi, mana-yı işarisinde, ikinci emarenin birinci noktasında "sin" harfi "sad" harfinin altında gizlenmesi ve "sad" görünmesinin iki sebebi var.
Birisi: Said, tam toprak gibi mahviyet ve terk-i enaniyet ve tevazu-u mutlakta bulunmak şarttır; ta ki Risaletü'n-Nur'u bulandırmasın, tesirini kırmasın.
İkincisi: Şimdiki bataklığa ve manevi tauna sukutun sebebi ise, terakki fikrinden neşet ettiği cihetle onların hatalarını gösterip, suud ve terakki, Müslüman için ancak İslamiyette ve imanlı olmakta olduğuna işaret etmektir.
� � �
Kardeşlerim, bugünlerde biri Risaletü'n-Nur talebelerine, diğeri bana ait iki mesele ihtar edildi. Ehemmiyetine binaen yazıyorum.
BİRİNCİ MESELE : Birinci Şuada iki üç ayetin işârâtında, Risaletü'n-Nur'un sadık talebeleri imanla kabre gideceklerine ve ehl-i Cennet olacaklarına dair kudsi bir müjde ve kuvvetli bir beşaret bulunduğu gösterilmiştir. Fakat bu pek büyük meseleye ve çok kıymettar işarete tam kuvvet verecek bir delil ister diye beklerdim, çoktan beri muntazırdım. Lillahilhamd, iki emâre birden kalbime geldi:
Birinci emare: İman-ı tahkiki ilmelyakinden hakkalyakine yakınlaştıkça daha selbedilmeyeceğine ehl-i keşif ve tahkik hükmetmişler ve demişler ki: "Sekerat vaktinde şeytan vesvesesiyle ancak akla şüpheler verip tereddüde düşürebilir." Bu nevi iman-ı tahkiki ise yalnız akılda durmuyor. Belki hem kalbe, hem ruha, hem sırra, hem öyle letaife sirayet ediyor, kökleşiyor ki, şeytanın eli o yerlere yetişemiyor. Öylelerin imanı zevalden mahfuz kalıyor."
Bu iman-ı tahkikinin vusulüne vesile olan bir yolu, velayet-i kâmile ile keşif ve şuhud ile hakikate yetişmektir. Bu yol ehass-ı havassa mahsustur, iman-ı şuhûdîdir.
İkinci yol iman-ı bilgayb cihetinde, sırr-ı vahyin feyziyle, bürhanî ve Kur'ani bir tarzda akıl ve kalbin imtizacıyla, hakkalyakin derecesinde bir kuvvetle zaruret ve bedâhet derecesine gelen bir ilmelyakinle hakaik-i imaniyeyi tasdik etmektir.
Bu ikinci yol Risaletü'n-Nur'un esası, mayası, temeli, ruhu, hakikati olduğunu has talebeleri görüyorlar. Başkalar dahi insafla baksa, Risaletü'n-Nur hakaik-i imaniyeye muhalif olan yolları gayr-ı mümkin ve muhal ve mümteni derecesinde gösterdiğini görecekler.
İkinci emare: Risaletü'n-Nur'un sadık şakirtleri, hüsn-ü âkıbetlerine ve iman-ı kâmil kazanmalarına o derece kesretli ve makbul ve samimi dualar oluyor ki, o duaların içinde hiçbiri kabul olmamasına akıl imkân veremiyor.
Ezcümle: Risaletü'n-Nur'un bir hâdimi ve birtek şakirdi, yirmi dört saatte Risaletü'n-Nur talebelerinin hüsn-ü âkıbetlerine ve saadet-i ebediyeye mazhar olmalarına yüz defa Risaletü'n-Nur talebelerine ettiği duaları içinde hiç olmazsa yirmi otuz defa selamet-i imanlarına ve hususi hüsn-ü âkıbetlerine ve imanla kabre girmelerine, aynı duayı, en ziyade kabule medar olan şerait içinde ediyor.
Hem Risaletü'n-Nur'un talebeleri bu zamanda her cihetten ziyade hücuma maruz olan İmân hususunda, birbirine selamet-i İmân hakkındaki samimi, masum lisanlarıyla dualarının yekûnu öyle bir kuvvettedir ki, rahmet ve hikmet onun reddine müsaade etmezler. Faraza, mecmuu itibarıyla reddedilse, tek bir tane onların içinde kabul olunsa, yine her biri selamet-i imanla kabre gireceğine kâfi geliyor. Çünkü herbir dua umuma bakar.
İKİNCİ MESELE: Yirmi sene evvel tabedilen Sünuhat risalesinde, hakikatli bir rüyada, âlem-i İslamın mukadderatını meşveret eden ruhani bir meclis tarafından bu asrın hesabına Eski Said'den sordukları suale karşı verdiği cevabın bir parçası şimdilik tezahür etmiştir. O zaman, o manevi meclis demiş ki: "Bu Alman mağlubiyetiyle neticelenen bu harpte Osmanlı Devletinin mağlubiyetinin hikmeti nedir?"
Cevaben Eski Said demiş ki: "Eğer galip olsaydık, medeniyet hatırı için çok mukaddesatı feda edecektik. Nasıl ki yedi sene sonra edildi. Ve medeniyet namıyla âlem-i İslam, hususan Haremeyn-i Şerifeyn gibi mevâki-i mübarekeye, Anadolu'da tatbik edilen rejim kolaylıkla, cebren teşmil ve tatbik edilecekti. inayet-i İlahiyeyle onların muhafazası için kader mağlubiyetimize fetva verdi."
Aynen bu cevaptan yirmi sene sonra, yine gecede, "Bîtaraf kalıp, giden mülkünü geri almakla beraber, Mısır ve Hind'i de kurtararak, bizimle ittihata getirmek, siyaset-i âlemce en büyük muzafferiyet kazanmak varken, şüpheli, dağdağalı, faydasız bir düşmana (İngiliz) taraftarlık göstermekle muzaaf bir surette ve zararlı bir yolu tercih etmek, böyle zeki, belki dâhi insanların nazarında saklı kalmasının hikmeti nedir?" diye sual benden oldu.
Gelen cevap, manevi cânipten geldi. Bana denildi ki: "Sen, yirmi sene evvel manevi suale verdiğin cevap, senin bu sualine aynı cevaptır. Yani, eğer galip tarafı iltizam edilseydi, yine mimsiz medeniyet namına galibâne mümanaat görmeyecek bir tarzda, bu rejimi âlem-i İslama, mevki-i mübarekeye teşmil ve tatbik edilecekti. Üç yüz elli milyon İslamın selameti için bu zahir yanlışı görmediler, kör gibi hareket ettiler."
Aziz, sıddık, mübarek kardeşlerim,
Sizlerin bu bayram manevi hediyeniz, bayramımı öyle bir tebrik etti ki, binler kederim olsaydı silerdi. Bin barekallah! Böyle bir zamanda böyle ihlaslı sadakat, liveçhillâh uhuvvet ve fisebîlillâh muavenet, ancak âlî-himmet sıddîkinlerde bulunur. Hâlık-ı Zülcelâle hadsiz hamd ve şükür olsun ki, sizin gibileri, Kur'an-ı Hakime hâdim ve Risale-i Nur'a şakirt eylemiş.
Hüsrev kardeş,
Senin, umum kardeşlerin namına bayram tebriki hesabına, başta Kur'an'ın baştaki çok şirin ve güzel cüzleri olarak Mektubat'ın kısm-ı âzamını hediye etmekliğiniz, bin tebrik hükmünde oldu. Bin Bârekâllah!
Küçük Ali kardeşim,
Senin, büyük manevi hediyen beni cidden şaşırttı, çok mütehayyir etti. O mükemmel yazılar, Büyük Ali'nin, yoksa Küçük Ali'nin mi, bilemedim. Benim için yeniden dünyaya bir Abdurrahman, bir Lütfü gelmiş gibi, Büyük Hafız Ali'nin sisteminde bir kahraman yardımcı ve iki mübarek ve halis ve kıymettar Mustafa'ların elinde bir elmas kılıç, buranın fethinde benim gibi bir acizin muavenetine koşuyor gördüm. Maşaallah, büyük Hafız Ali'nin nuranî ve büyük fabrikası Kuleönü'nü de içine almış gibi, aynı kalem, aynı tarz, aynı iktidar göstermişsin. Risale-i Nur'un tam kametine yakışacak nakışlar, murassâ elbise giydirmişsiniz.
� � �
Aziz , sıddık kardeşlerim,
Bayramınızı tebrik ve hizmetinizi takdir ve muvaffakiyetinize dua ederek Hâlık-ı Rahime hadsiz şükrederim ki, sizler gibi sebatkar ve fedakar kardeşleri Risaletü'n-Nur'a sahip ve naşir yapmış. Ben sizleri düşündükçe, ruhum inşirah ve kalbim ferahlarla dolar. Daha dünyadan gitmek benim için medâr-ı teessüf olamaz. Sizler kaldıkça ben yaşıyorum diye, mevte, dostane bakıyorum, ecelimi telâşsız bekliyorum. Allah sizden ebeden râzı olsun. Amin, âmin, âmin.
� � �
Kardeşlerim, size lâtif bir hikâye:
Bir zaman, Barla'da bir zat, ağaçtan bir kutuda, cevizli bir tatlı bana göndermişti. Mukabilini verdiğim o bir buçuk kilo lokmalardan hergün altışar tane ben kendim yerdim ve bazan o kadar ve daha ziyade başkalara teberrük olarak verirdim. Sıddık Süleyman bu hadiseyi belki tahattur eder. Bir aydan ziyade devam etti. Sonra, merhum Galip Beyle hesap ettik, onun beş altı misli bereket içinde olduğuna kanaatimiz geldi. Ben o vakit dedim: "Bu zatta ehemmiyetli bir bereket, bir ihlas var."
Nur fabrikasının sahibi Hafız Ali'nin ve mübareklerin köyleri ortasında, duada, Sav Köyü mevki almış. Tam bir senedir ahyâ yüzünden emvat dahi hisse alıyorlar.
Risaletü'n-Nur'un hizmetinde ekser şakirtleri birer nevi keramet ve ikram-ı İlahî hissettikleri gibi, bu aciz kardeşiniz çok muhtaç olduğu için, çok nevilerini ve çeşitlerini hissediyorum. Ve bu sıralarda bu havalideki şakirtleri, yeminle itiraf ediyoruz ki, "Biz Nurun hizmetinde çalıştıkça hem maişetçe, hem istirahat-i kalbce bir genişlik, bir ferah zahir bir surette hissediyoruz." Ben kendimce o kadar hissediyorum ki, nefis ve şeytanım dahi o bedâhete karşı hayret ederek sustular.
Biliniz ki, bir seneden ziyadedir, ben duada, Risaletü'n-Nur'un şakirtlerinin risalelerle alâkadar olan ezvaç ve evlât ve valideynlerini dahi dahil ediyorum. Bunun bir sebebi, başta Sabri olarak, orada burada bazı zatlar, çoluk ve çocuklarıyla daireye girmeleridir.
Adalet-i İlahiye, İslamiyete ihanet eden mimsiz medeniyete öyle bir azâb-ı manevi vermiş ki, bedevîliğin ve vahşîliğin derecesinden çok aşağıya düşürtmüş. Avrupa'nın ve İngilizin yüz sene ezvâk-ı medeniyesini ve terakki ve tasallut ve hâkimiyetin lezzetlerini hiçe indiren mütemadî korku ve dehşet ve telâş ve buhran yağdıran bombaları başlarına musallat etmiş. İşte böyle bir zamanda en lüzumlu, en ehemmiyetli, en birinci vazife imanı kurtarmak olduğundan, bu zamana ve bu seneye bakan beşâret-i Kur'aniye ve -2-. ayetlerin müjdesi en büyük bir fütuhat suretinde Risaletü'n-Nur'un manevi fütuhat-ı imaniyesini gösteriyor.
Evet, bir adamın imanı, ebedî ve dünya kadar bir mülk-ü bâkinin anahtarı ve nurudur. Öyleyse, imanı tehlikeye maruz her adama, bütün küre-i arzın saltanatından daha faydalı bir saltanat, bir fütuhat kazandıran Risaletü'n-Nur, elbette bu ayetlerin, bu asırda, bu beşaretlerinin kastî bir medâr-ı nazarlarıdır.
Nur ve gül fabrikalarının hademe ve sahipleri, insanın başında iki göz gibidir; zahiren ikidir, fakat bir görürler. Ahvel (şaşı) gözlü, iki görür. Lillahilhamd bu iki cereyan-ı nuranî kemal-i ittihatdadırlar.
� � �
Aziz, mübarek, sıddık, sadık, ruhum, canım kardeşlerim,
Sizin beni çok mesrur eden son mektubunuza Isparta yoluyla cevap vermediğimin sebebi, benim, Isparta merkeziyle olan münasebetime buraca çok dikkat edilmesidir. Hem, öteki yolda size gelinceye kadar Risaletü'n-Nur'un müteaddit merkezlerinin istifadesidir.
Hüsrev kardeş, son mektubumda demişim: Hüsrev'lerin valideleri sebebiyet verdiler ki, bir seneden ziyade bir vakitten beri bütün talebelerin peder ve valideleri duaya dahil olmuşlar. Sakın yanlış zannetmeyiniz. Senin validen gibi, on seneden beri Risaletü'n-Nur'un has şakirtlerinin dairesinde bulunan orada çok ahiret hemşirelerim var. Onlar, yeniden başkalarının duaya dahil olmalarına sebep olmuşlar demektir.
Size Risaletü'n-Nur'un kerametinin bu havalide zuhur eden çok tereşşuhatından bir iki hadise beyan ediyorum.
Birisi: Hatip Mehmed (rahmetullahi aleyh) namında ciddi bir ihtiyar talebe, İhtiyarlar Risalesini yazıyordu. Tâ On Birinci Ricanın ahirlerinde ve merhum Abdurrahman'ın vefatının tam mukabilinde kalemi, yazıp ve lisanı dahi diyerek hüsn-ü hâtimenin hâtemiyle sahife-i hayatını mühürleyip, Risaletü'n-Nur talebelerinin imanla kabre gireceklerine dair olan işari beşaret-i Kur'aniyeyi vefatıyla imza etmiş. Rahmetullahi aleyhi rahmeten vâsiaten.