Risale-i Nur'un hakikî şakirtleri, neşriyat-ı diniyelerinde ve ittibâ-ı sünnetteki ibadetlerinde ve içtinab-ı kebâirdeki takvâlarında, Kur'an hesabına vazifedar sayılırlar. İnşaallah riya olmaz. Meğer ki, Risale-i Nur'a, başka bir maksad-ı dünyeviye için girmiş ola. Daha yazılacaktı, fakat bir tevakkuf hali kesti.
Küçük Hüsrev Feyzi'nin bir istihracıdır.
Otuz üçüncü ayetten Hafız Ali'nin istihracının bir zeyli ve lâhikasıdır.
Sûre-i Zümer'de * . ayet-i azimenin mana-yı sarihinden başka, bir mana-yı işârî tabakasının külliyetinde dahil bir ferdi Risale-i Nur ve tercümanı olduğuna kuvvetli bir delil buldum. Çünkü, cümlesi, hesab-ı cifrî ve ebcedî ve riyazîyle bin üç yüz yirmi dokuz veya sekiz eder. Demek külliyetinde ve işaretinde dahil ve medâr-ı nazar bir fert, inşirah-ı sadır Haşiye nuruyla başka bir hâlete girip eski sıkıntıdan kurtulup nuranî bir mesleğe giren bir şahsı, eski ve yeni Harb-i Umumînin gelmeye hazırlanmaları olan o dehşetli tarihe ve o ferdin vaziyetine remzen bakar. 'deki kelimesi, Risale-i Nur ismine ve manasına hem cifrî, hem sureti, hem manası, tevafuk ettiği gibi, cümlesinin de makam-ı cifrîsi gösterdiği tarihte Risale-i Nur'un tercümanı olan Üstadımın-tahkikatımla-aynen vaziyetine tevafuk ediyor.
Çünkü, o zamanda Harb-i Umumînin mebde'lerinde, Üstadım, eski âdetini ve sair ulûm-u felsefeyi ve ulûm-u âliyeyi bırakıp tam bir inşirah-ı sadırla Risale-i Nur'un fatihası ve birinci mertebesi olan İşârâtü'l-İ'câz tefsirine başlayıp, bütün himmetini, efkârını Kur'an'a sarf etmeye başladığına tevafuku kavî bir emaredir ki, bu asırda o küllî mana-yı işârîde medâr-ı nazar bir fert, Risale-i Nur'un tercümanı ve şakirtlerinin şahs-ı manevisini temsil eden mümessilidir.
Haşiye: Bu şerh-i sadra münasebettar bir tevafuktur ki, Üstadımdan anladım. Yirmi beş senedir daima ve en mühim bir duası [Allah'ım, göğsümü imana ve İslama aç] münâcâtı olmuş.
Evet, madem Kur'an-ı Mucizü'l-Beyan her asırda her ferde hitap eder bir ilm-i muhit ve bir irade-i şâmileyle herşeye bakabilir.
Ve madem ulema-i İslamın ittifakıyla, ayetlerin mana-yı sarîhinden başka işari ve remzî ve zımnî müteaddit tabakalarında manaları vardır.
Ve madem *. gibi hitaplarda, her asır gibi, bu asırdaki ehl-i iman, Asr-ı Saadetteki müminler gibi dahildir.
Ve madem İslamiyet noktasında bu asır, gayet ehemmiyetli ve dehşetlidir. Kur'an ve Hadis, ihbar-ı gaybîyle, ehl-i imanı onun fitnesinden sakınmak için şiddetle haber vermiş.
Ve madem hesab-ı cifrî ve ebcedî ve riyazî eskiden beri sağlam bir düsturdur ve kuvvetli bir emare olabilir.
Ve madem Risale-i Nur ve tercümanı ve şakirtleri İmân ve Kur'an hizmetinde parlak ve tesirli vazifeleri gayet ehemmiyet kesb etmiştir.
Ve madem bu büyük ayet, hesab-ı cifirle bu asra ve iki Harb-i Umumîye bakar; eski harbin patlamasına ve Risale-i Nur'un zuhuruna tevafuk ettiği gibi manen de gösterir. Elbette mezkûr hakikatlere ve kuvvetli karinelere binaen, bilâtereddüt hükmederiz ki, Risale-i Nur'un şahs-ı manevisi ve tercümanı, bu ayet-i azimenin mana-yı işârî tabakasının külliyetinde dahil ve medâr-ı nazar bir ferdidir ve bu ayet ona işaret eder ve mana-yı remziyle ondan da haber verir ve ihbar-ı gayb nev'inden bir lem'a-i i'câziyeyi gösterir denilebilir ve deriz.
Tahlil:
Bir iki yedi yüz; , , , iki yüz; , , , yüz; , yüz; İsm-i Celâl altmış yedi; iki altmış; doksan bir; 'de iki veya üç , iki veya üç sekiz; "Risale-i Nur" her ikisinde var. Risaledeki , 'deki 'ya mukabildir.
Eğer 'deki tenvin sayılsa, 'da dahi şeddeli sayılır yine ittihat ederler. 'dan başka doksan yedi ederek Risale-i Nur'da kalan , , iki
dahi doksan yedi ederek tam tefavuk eder. Türkçe telaffuzda Risale-i Nur hemzeyle okunması zarar vermez.
Sûre-i Mâide'nin on dördüncü ayeti -1- Sûre-i Nisâ'nın ahirinde -2-. ayeti gibi, Risale-i Nur'a mana ve cifir cihetiyle, mana-yı işârî efradından olduğuna kuvvetli bir karine buldum.
İkinci ayet olan Sûre-i Nisâ ayeti, Birinci Şua olan İşârât-ı Kur'aniyede, Üstadım işaretini beyan etmiş. Birinci ayet olan Sûre-i Mâide'nin on dördüncü ayeti hem bunun işaretini teyid ediyor, hem de -3- ayetinin işaretini tasdik ediyor.
Evet, bu asırda mana-yı işârî tabakasından tam bu ayetin kudsi mefhumuna bir fert, Risale-i Nur olduğuna, kim insafla baksa tasdik edecek.
Madem Risale-i Nur bir ferdi olduğuna manevi münasebet kavîdir. Madem bu ayetin makam-ı cifrîsi bin üç yüz altmış altıdır; eğer meddeler ve okunmayan hemzeler sayılmazsa altmış ikidir. Ve madem Risale-i Nur, Kur'an-ı Mübînin nurunu ve hidayetini neşreden bir kitab-ı mübîndir. Ve madem zahiren ondan daha ileri o vazifeyi ağır şerait altında yapanları görmüyoruz. Ve madem ayetler, sâir kelamlar gibi cüz'î bir manaya münhasır olamaz. Ve madem delâlet-i zımnî ve işârîyle kaideten mefhum-u kelâmda dahil oluyor. Ve madem Necmeddin-i Kübrâ ve Muhyiddin-i Arabî (r.a.) gibi pek çok ehl-i velayet mana-yı zahirîden başka bâtınî ve işârî manalarla ekser âyâtı tefsir etmişler; hatta tefsirlerinde "Mûsâ (a.s.) ve Firavundan murad, kalb ve nefistir" dedikleri halde, ümmet onlara ilişmemiş; büyük ulemadan çokları onları tasdik etmişler. Elbette, ayetin delâlet-i zımniyeyle Risale-i Nur'a kuvvetli karinelerle işareti kat'îdir; şüphe edilmemek gerektir.
Tahlil:
yüz altmış dokuz, yüz elli yedi, tenvinle beraber üç yüz altı tenvinlerle beraber altı yüz otuz bir; yüz üç; yekûnu bin üç yüz altmış altı, eğer meddeler ve okunmayan hemzeler sayılmazlarsa, bu seneki Muharrem tarihine, yani bin üçyüz altmış ikiye tamam tevafuk eder. Eğer 'deki tenvin de vakfedilse, bin üç yüz on altıdır ki, hem Risale-i Nur'un mukaddematına, hem tenvinle tekemmülüne ve Birinci Şuada beyan edildiği gibi, çok âyâtın ehemmiyetle gösterdikleri aynı meşhur tarihe tevafuk eder.
� � �
[Ehemmiyetli bir hocanın Üstad hakkında ziyade hüsnüzannını tadil etmek münasebetiyle yazılmış. Belki size de faydası olur diye gönderildi.]
*.
Aziz, sadık, muhterem kardeşimiz Hoca Haşmet,
Senin, müceddid hakkındaki mektubunu hayretle okuduk ve Üstadımıza da söyledik. Üstadımız diyor ki:
"Evet, bu zaman hem İmân ve din için, hem hayat-ı içtimaî ve şeriat için, hem hukuk-u âmme ve siyaset-i İslamiye için gayet ehemmiyetli birer müceddid ister. Fakat en ehemmiyetlisi, hakaik-i imaniyeyi muhafaza noktasında tecdid vazifesi, en mukaddes ve en büyüğüdür. Şeriat ve hayat-ı içtimaiye ve siyasiye daireleri ona nispeten ikinci, üçüncü, dördüncü derecede kalıyor. Rivâyât-ı hadisiyede, tecdid-i din hakkında ziyade ehemmiyet ise, imanî hakaikteki tecdid itibarıyladır. Fakat efkâr-ı âmmede, hayatperest insanların nazarında zahiren geniş ve hâkimiyet noktasında cazibedar olan hayat-ı içtimaiye-i İslamiye ve siyaset-i diniye cihetleri daha ziyade ehemmiyetli göründüğü için, o adese ile, o nokta-i nazardan bakıyorlar, mana veriyorlar.
"Hem bu üç vezâifi birden bir şahısta, yahut cemaatte bu zamanda bulunması ve mükemmel olması ve birbirini cerh etmemesi pek uzak, âdeta kabil görülmüyor. Âhirzamanda, Âl-i Beyt-i Nebevînin (a.s.m.) cemaat-i nuraniyesini temsil eden Hazret-i Mehdîde ve cemaatindeki şahs-ı manevide ancak içtima edebilir. Bu asırda, Cenab-ı Hakka hadsiz şükür olsun ki, Risale-i Nur'un hakikatine ve şakirtlerinin şahs-ı manevisine, hakaik-i imaniye muhafazasında tecdid vazifesini yaptırmış; yirmi seneden beri o vazife-i kudsiyede tesirli ve fatihâne neşriyle gayet dehşetli ve kuvvetli zındıka ve dalâlet hücumuna karşı tam mukabele edip, yüz binler ehl-i imanın imanlarını kurtardığını kırk binler adam şehadet eder.
"Amma, benim gibi aciz ve zayıf bir biçarenin, böyle binler derece haddimden fazla bir yükü yüklemek tarzında şahsımı, medâr-ı nazar etmemeli" diyor. Ve size selam ediyor. Biz de zâtınıza ve oradaki Risale-i Nur'la alâkadar olanlara selam ediyoruz.
Risale-i Nur şakirtlerinden
Emin, Feyzi, Kâmil
� � �
Kardeşlerim,
Kur'an'ın birtek ayetinin birtek işareti, ihbar-ı gayb nev'inden bir lem'a-i i'câziyeyi tevafuk suretiyle gösterdiğini manevi bir ihtarla gördüm. * bu ayet-i kerimenin makam-ı cifrîsi, şedde ve tenvin sayılmazsa, bin üç yüz elli bir; 'in aslı olmasından bin üç yüz altmış bir ederek; bu tarihte, umur-u azimeden bir dehşetli gıybeti, bu ayetin mana-yı işârî külliyetinde dahil ediyor. Umur-u azimeden böyle bir acip gıybet aynı tarihte, aynı senede vukua geldi. Şöyle ki:
On sekiz sene müddetinde sünnet-i seniyeyi muhafaza için başına şapka koymadığından, on sekiz senedir haps-i münferit hükmünde ihtilâttan men' ve yalnız bir odada hayatını geçirmeye mecbur edilen ve hususi ibadetgâhında ezan-ı Muhammedî okuyup "Allahu Ekber" dediğinden ve "Lâ ilâhe illâllah" hakikatini güneş gibi gösterdiğinden, yüz arkadaşıyla taht-ı tevkife alınan ve mahkûm edilen bir adamı, yüzer emare ve karinelere istinaden inayet-i ilâhiyeden geldiğine kat'î bir kanaatle işârât-ı Kur'aniyeden bir müjdeyi hem kendine, hem musibetzede arkadaşlarına bir teselli niyetiyle beyan ettiği için, onu gıybet ve galiz tabiratla teşhir etmek ve onun dersleriyle imanlarını kurtaran, masum şakirtlerini ondan tenfir edip şüpheler vermek; güya ortalıkta medâr-ı inkâr hiçbir şey yok ve hiçbir münkeratı ve cinayeti görmüyor gibi, yalnız o biçarenin mevhum bir hatasını, sekiz senede seksen müdakkiklerin nazarında saklanan ve sathî ve inâdî nazarına göre, bir içtihadî yanlışını görüyor zannıyla galiz tabirlerle zemmetmek, elbette bu asırda, bu memlekette Kur'an-ı Mucizü'l-Beyânın kasten işaretine medar olabilir azim bir hadisedir. Bence, Kur'an'ın, nasıl ki her sûre ve bazan bir ayet ve bazan bir kelime bir mucize olur; öyle de, bu ayetin tek bir işareti, ihbar-ı gayb nev'inden bir lem'a-i i'câziyedir. Bu ayetin bu işareti, bu asırda, Risale-i Nur şakirtlerinin hakkındaki gıybete baktığına üç emare var.
Birincisi: Birinci Şua olan İşârât-ı Kur'aniye risalesinde, Risale-i Nur'a ve tercümanına da işaret eden beşinci ayet olan *. gayet kuvvetli karinelerle kelime-i kudsiyesi cifir ve ebced hesabıyla ve üç cihet manasıyla Said Nursî'ye tevafuk etmesidir.
İkinci emare: ila ahir... ayetin makam-ı cifrîsi ve riyazîsi bin üç yüz altmış bir etmesidir ki, aynı tarihte o acip hadise oldu.
Üçüncü emare: İhtiyarım haricinde, beş vecihle zemmi zemmeden ve Mucizane gıybetten altı cihetle zecreden ayeti karşımda kendini gösterip temessül eyledi. Mânen "Bana bak" dedi. Ben de baktım, birden tesbihat içinde gördüm ki, bin üç yüz elli birden, ta bin üç yüz altmış bir tarihini gösterdi. Halimize baktım; perde altında elli birden, ta altmış bire kadar Risale-i Nur medet beklediği İstanbul âfâkında, perde altında bir nevi taarruz bulunmuş ve altmış birde birden patlamasıdır.
Tahlil: , bin yüz, yüz, üçüncü yüz, otuz, dördüncü on, beş bir ile beraber on, ahirdeki "tenvin" vakfen elif olduğu için, yekûnu bin üç yüz elli bir, aslı yâ-i müşeddede olduğundan, bin üç yüz altmış bir eder. Haşiye
� � �
Haşiye
Bu ayet, bizi şiddetle gıybetten men ettiğinden, bizi gıybet edenleri unutmalıyız, medâr-ı gıybet etmemeliyiz. İnşaallah, daha tekerrür etmeyecek.
Aziz, sıddık kardeşlerim,
Size Üç Noktayı beyan etmeye kalbde bir ihtiyaç oldu.
Birincisi: "Bir hâdisede hem insan eli, hem kader müdahalesi olduğundan, insan, zahirî sebebe bakıp, bazan haksız hükmedip zulmeder. Kader, o musibetin gizli sebebine baktığı için adalet eder" diye, Risale-i Nur'da bir kaide-i esasiyedir.
Hem, şimdiye kadar Risale-i Nur'un başına gelen hâdiselerde bir dest-i inayet, bir veçh-i rahmet bulunduğu tecrübelerle sabittir.
Bu iki cihette kalbden bir sual çıktı. "Acaba Nur hakkındaki bu yeni İstanbul hadisesinde veçh-i adalet ve rahmet nedir?"
Hatıra böyle bir cevap geldi ki:
Risale-i Nur'a, ehl-i ilim ve ehl-i dikkati ciddiyetle bakmaya ve tetkik etmeye sevk etti. Elbette Risale-i Nur'u tetkik eden bir âlim, insafı varsa taraftar olur. Ve Risale-i Nur, ulema dairesinde ve İstanbul âfâkında tezahür edecek. İşte veçh-i rahmet ve inayet.
Amma, kader-i ilâhinin veçh-i adaleti şudur ki:
Risale-i Nur'un hakikatıyla ve şakirtlerinin şahs-ı manevisiyle tezahür eden fevkalade imanî hizmetlerin ehemmiyetli bir kısmını biçare tercümanına vermek ve ehl-i dünya ve ehl-i siyaset ve avâmın nazarında birinci derece ve hakikat nazarında, imana nispeten ancak onuncu derecede bulunan siyaset-i İslamiye ve hayat-ı içtimaiye-i ümmete dair hizmeti, kâinatta en büyük mesele ve vazife ve hizmet olan hakaik-i imaniyenin çalışmasına râcih gördüklerinden, o tercümana karşı arkadaşlarının pek ziyade hüsnüzanları ehl-i sayisete, inkılâpçı bir siyaset-i İslamiye fikrini vermek cihetinde, Risale-i Nur'a karşı hayat-ı içtimaiye noktasında cephe almak ve fütuhatına mâni olmak pek kuvvetli ihtimali vardı. Bunda hem hata, hem zarar büyüktür.
Kader-i İlahî, bu yanlışı tashih etmek ve o ihtimali izale etmek ve öyle ümit besleyenlerin ümitlerini tadil etmek için, en ziyade öyle cihetlerde yardım ve iltihaka koşacak olan ulemadan ve sâdâttan ve meşayihten ve ahbaptan ve hemşehriden birisini muarız çıkardı, o ifratı tadil edip adalet etti. "Size, kâinatın en büyük meselesi olan İmân hizmeti yeter" diye, bizi merhametkârâne o hadiseye mahkûm eyledi. Sonra, lillâhilhamd, o muarızı susturdu, o ateşi söndürdü. Fakat münafıklar söndürmemek için çalışıyorlar.
İkinci nokta: Bu dehşetli ihtikârdan çıkan kaht ve galâ ve açlık ve zaruret, yaşamak damarını şiddetiyle yaralandırıyor. Bu yara, hissiyat-ı ulviye-i diniyeyi bir derece susturmaya vesile olup, ehl-i dalâlete yardım ediyor. Herkes midesini düşünmeye başlıyor. Kalb, hakikatten ziyade ekmeği düşünüp hayata, yaşamaya, yardıma koşup vazife-i hakikiyesini ikinci derecede bırakır. Buna karşı Risale-i Nur'un şakirtleri bir uzun Ramazan nazarıyla bakıp, keffaretü'z-zünûb ve bir riyazet-i şer'iyeye çevirebilirler. Alenen nakz-ı sıyamla Ramazan'ın hürmetini kıran bedbahtlara gelen o musibet, masumları da incitir. Fakat Risale-i Nur şakirtleri ve masumları, o musibeti lehlerine döndürüp, hayırlı bir riyazete kalb ederler, kanaat ve iktisatla karşılarlar.
Üçüncü nokta: İki Meseledir.
Birincisi: Müdakkik Hoca Sabri, Feyzi'nin istihracına dair Feyzi'ye yadığı mektup, güzeldir. Lâhikaya girdikten sonra, hocalar "Fîhi nazarun" dememek için bazı kelimatı tadil edildi.
İkinci mesele: İstanbul ulemasının en büyüğü ve en müdakkiki ve çok zaman müftiü'l-enam olan eski fetvâ emini, meşhur Ali Rıza Efendi, (r.h.) Birinci Şua, İşârât-ı Kur'aniyye ve Âyetü'l-Kübrâ gibi risaleleri gördükten sonra, Risale-i Nur'un mühim bir talebesi olan Hafız Emin'e demiş ki:
"Bediüzzaman, şu zamanda, din-i İslama en büyük hizmet eylediğini ve eserlerinin tam doğru olduğunu ve böyle bir zamanda, mahrumiyet içinde, feragat-ı nefs edip, yani dünyayı terk edip böyle bir eser meydana getirmek hiç kimseye müyesser olmadığını ve her suretle şâyân-ı tebrik olduğunu ve Risale-i Nur, müceddid-i din olduğunu ve Cenab-ı Hak, onu muvaffak-un-bilhayr eylesin, âmin" diyerek bazılarının sakal bırakmamaklığına itirazları münasebetiyle, Mevlânâ Celâleddin-i Rumî'nin pederleri olan Sultanü'l-Ulema'nın bir kıssasıyla onu müdafaa edip, demiş:
"Bu misilli, Bediüzzaman'ın dahi elbette bir içtihadı vardır. İtiraz edenler haksızdır" demiş. Ve Hoca Mustafa'ya emretmiş, söylediğimi yaz: "Bediüzzaman'a kemal-i hürmetle selam ederim. Telifatınızın ikmaline hırz-ı can (yani, ruha nüsha olacak kadar kıymettar) ile dua etmekteyim. Bazı ulemâüssû'un tenkidine uğradığına müteessir olma. Zira 'Yemişli ağaç taşlanır.' Haşiye kaziyesi meşhurdur.
Yani, mübarek, tatlı meyveleri bulunan ağaçlara taş atanlar, akılları varsa tatsınlar ve yesinler. Çürütmeye lâyık ve kabil değiller, demektir.
Feyzi
Mücahedatınıza devam buyurun. Cenab-ı Hak ve Feyyâz-ı Mutlak âcilen murad ve matlubunuza muvaffakü'n bilhayr eylesin. Bâki Hakkın birliğine emanet olunuz."
Eski Fetva Emini
Ali Rıza
İşte böyle müdakkik ve ilim ve şeriat ve Kur'an cihetinde bu zamanda söz sahibi en büyük âlim böyle hükmetmiş. Risale-i Nur'un talebeleri, bu meseleyi ihtiyaten yabanilere onun ismini vermekle teşhir etmemek gerektir ve dualarına onu dahil etmek lazımdır.
Umum kardeşlerimize selam.
� � �
Aziz, sıddık, müstakim kardeşlerim,
Gayet ciddi bir ihtarla bir hakikati beyan etmeye lüzum var. Şöyle ki:
-1-. sırrıyla, ehl-i velayet, gaybî olan şeyleri, bildirilmezse bilmezler. En büyük bir velî dahi, hasmının hakikî halini bilmedikleri için, haksız olarak mübareze etmesini Aşere-i Mübeşşerenin mabeynindeki muharebe gösteriyor. Demek, iki veli, iki ehl-i hakikat birbirini inkâr etmekle makamlarından sukut etmezler. Meğer, bütün bütün zahir-i şeriate muhalif ve hatası zahir bir içtihadla hareket edilmiş ola.
Bu sırra binaen -2- 'deki ulüvv-ü cenab düsturuna ittibaen ve avâm-ı müminînin şeyhlerine karşı hüsnüzanlarını kırmamakla, imanlarını sarsılmadan muhafaza etmek ve Risale-i Nur'un erkânlarının haksız itirazlara karşı haklı, fakat zararlı hiddetlerinden kurtarmak lüzumuna binaen ve ehl-i ilhadın iki taife-i ehl-i hakkın mabeynindeki husumetten istifade ederek, birinin silâhıyla, itirazıyla ötekini cerh edip ve ötekinin delilleriyle berikini çürütüp ikisini de yere vurmak ve çürütmekten içtinaben, Risale-i Nur şakirtleri, bu mezkûr dört esasa binaen, muarızlara hiddet ve tehevvürle ve mukabele-i bilmisille karşılamamalı. Yalnız kendilerini müdafaa için musalahakârâne, medâr-ı itiraz noktaları izah etmek ve cevap vermek gerektir.
Çünkü bu zamanda enaniyet çok ileri gitmiş. Herkes, kameti miktarında bir buz parçası olan enaniyetini eritmeyip bozmuyor, kendini mazur biliyor; ondan nizâ çıkıyor. Ehl-i hak zarar eder; ehl-i dalâlet istifade ediyor.
İstanbul'da malûm itiraz hadisesi ima ediyor ki, ileride, meşrebini çok beğenen bazı zatlar ve hodgâm bazı sofi-meşrepler ve nefs-i emmaresini tam öldürmeyen ve hubb-u cah vartasından kurtulmayan bazı ehl-i irşad ve ehl-i hak, Risale-i Nur'a ve şakirtlerine karşı kendi meşreplerini ve mesleklerinin revacını ve etbâlarının hüsn-ü teveccühlerini muhafaza niyetiyle itiraz edecekler; belki dehşetli mukabele etmek ihtimali var. Böyle hadiselerin vukuunda, bizlere, itidâl-i dem ve sarsılmamak ve adavete girmemek ve o muarız taifenin de rüesalarını çürütmemek gerektir.
Fâş etmek hatırıma gelmeyen bir sırrı, fâş etmeye mecbur oldum. Şöyle ki:
Risale-i Nur'un şahs-ı manevisi ve o şahs-ı maneviyi temsil eden has şakirtlerinin şahs-ı manevisi "Ferid" makamına mazhar oldukları için, değil hususi bir memleketin kutbu, belki ekseriyet-i mutlakayla Hicaz'da bulunan kutb-u âzamın tasarrufundan hariç olduğunu ve onun hükmü altına girmeye mecbur değil. Her zamanda bulunan iki imam gibi, onu tanımaya mecbur olmuyor. Ben, eskide, Risale-i Nur'un şahs-ı manevisini, o imamlardan birisini zannediyordum. Şimdi anlıyorum ki, Gavs-ı Âzam'da, kutbiyet ve gavsiyetle beraber, "Ferdiyet" dahi bulunduğundan, ahirzamanda, şakirtlerinin bağlandığı Risale-i Nur, o Ferdiyet makamının mazharıdır. Bu gizlenmeye lâyık olan bu sırr-ı azime binaen Mekke-i Mükerremede dahi-farz-ı muhal olarak-Risale-i Nur'un aleyhinde bir itiraz kutb-u âzamdan dahi gelse, Risale-i Nur şakirtleri sarsılmayıp, o mübarek kutb-u âzamın itirazını iltifat ve selam suretinde telâkki edip, teveccühünü de kazanmak için, medâr-ı itiraz noktaları o büyük üstadlarına karşı izah etmek, ellerini öpmektir.
Evet, kardeşlerim, bu zamanda öyle dehşetli cereyanlar ve hayat ve cihanı sarsacak hadiseler içinde hadsiz bir metanet ve itidal-i dem ve nihayetsiz bir fedakarlık taşımak gerektir.
. ayetinin sırr-ı işarisiyle, ahireti bildikleri ve İmân ettikleri halde dünyayı ahirete severek tercih etmek ve kırılacak şişeyi bâki bir elmasa bilerek rıza ve sevinçle tercih etmek ve âkıbeti görmeyen kör hissiyatın hükmüyle, hazır bir dirhem zehirli lezzeti, ileride bir batman sâfi lezzete tercih etmek, bu zamanın dehşetli bir marazı, bir musibetidir. O musibet sırrıyla, hakikî müminler dahi bazan ehl-i dalâlete taraftar olmak gibi dehşetli hatada bulunuyorlar. Cenab-ı Hak, ehl-i imanı ve Risale-i Nur şakirtlerini bu musibetlerin şerrinden muhafaza eylesin. Amin.
Said Nursî
Aziz, sıddık kardeşlerim,
Risale-i Nur'un intişarına ve fütuhatına karşı gelen biri semavi, biri arzî iki musibete mukabele edecek ayrı bir inayet-i İlahiye cilvesi görülmeye başladı.
Arzî ve insanî olan musibet: Isparta'da ve İstanbul'da olduğu gibi, Kastamonu'nun havalisinde de, ehl-i dalâlet, Risale-i Nur'un intişarına set çekmek için, has talebelerin ve ciddi çalışanların şevklerini kırmak ve onlara fütur vermek için, ayrı ayrı tarzlarda, umumî bir plân dahilinde taarruz ediliyor. Hâlislere fütur veremediklerinden, başka meşgaleler bulmakla çalışmalarına zarar veriyorlar.
Semavî musibet ise: İhtikâr neticesinde, hayat ve yaşama hissi, hissiyat-ı diniyeye galebe çalıp, ekser nâs midesini, maişetini daima düşünüyor. Hatta ekser fukara kısmından olan Risale-i Nur talebeleri, bu musibete karşı çabalamak mecburiyetiyle hakiki ve en mühim vazifesi olan neşir hizmetini bırakmaya mecbur oluyor.
Hem insanların zihinleri, fikirleri kasten ve bizzat hakaik-i imaniyeye karşı bu yüzden bir derece lâkaytlık bir vaziyeti almasından, bir tevakkuf devri gelmesine mukabil, Cenab-ı Hakkın inayet ve rahmetiyle başka bir tarzda Risale-i Nur'un intişar ve fütuhatına meydan açmış. Ezcümle, İstanbul âfâkından yüksek ulemanın eski fetva Emini Ali Rıza, Ahmed Şirvanî ve parlak vaizlerden Şemsi gibi zatlar, Risale-i Nur'la ciddi ve takdirkârâne münasebettar olmaya başlamalarıdır.
Hem, hatırımızda olmadığı halde yeni hurufla tab etmek üzere başta Âyetü'l-Kübrânın en mühim parçası yedi parça, bir mecmuada tab etmek ve gençleri uyandıran üç dört parça ayrı bir risalede, Hafız Mustafa ile beraber tab etmek için matbaaya gönderdik.
Hem, mühim bir zat teşebbüs ediyor ki, mühim parçalardan bir kısmını Ankara'da, büyük rütbeli birisinin muavenetiyle tab etmek niyeti var. Ben şimdilik muvafakat etmedim.
Velhasıl, bir kapı kapansa, inayet-i İlahiye daha parlak kapıları Risale-i Nur yüzünden açıyor, yol veriyor. Risale-i Nur'un mektup ve melfuz hurufatı adedince Cenab-ı Erhamürrâhimîne hamd ü sena ve şükür olsun. Hâzâ min fadli Rabbî. Buna binaen, bu tevakkuf ve muvakkaten fütura merak etmeyiniz. Zaten şimdiye kadar çalışmalar, tohumlar nev'inde istikbalde kâfi sümbüller verebilir. Farz-ı muhal olarak, hiç çalışılmasa da yine kifayet eder. Kat'iyen takarrur etmiş ki, Risale-i Nur hakikatlerin gıdaya ihtiyaç gibi bu zamanda ihtiyaç var. Bu ihtiyaç ise onu tevakkufta bırakmaz, işlettirecek inşaallah.
Hafız Mustafa ile umumunuza bedel görüştük, fakat pek az bir zamanda. Cenab-ı Hak, onu ve Tahirî'yi tab' meselesinde muvaffak eylesin. Amin.
Hafız Ali'nin mektubunda, medrese-i Nuriyenin üstadı olan Hacı Hafız ile gayet samimâne ve uhuvvetkârâne görüşmeleri ve meşveretleri bizleri çok mesrur eyledi.
Said Nursî
� � �
Aziz, sıddık kardeşlerim,
Nur fabrikasının sahibi, Birinci Şuanın dördüncü ayeti bahsinde, hakikat-i İslamiyenin yedi esasını parlak bir surette ispat edildiği cümlesine dair soruyor ki: "Erkân-ı İslamiyeyi beş biliyoruz. Hem vücub-u zekât rüknü, risalelerde ne suretle izah edildiğini" soruyor.
Elcevap: İslamın rükünleri başkadır; hakikat-i İslamiyetin Haşiye esasları yine başkadır. Hakikat-i İslamiyenin esasları, altı erkân-ı imaniyeyle ve esas-ı ubudiyet ki, İslamın beş rüknü olan savm, salât, hac, zekât, kelime-i şehadet, mecmuunun hülâsasıdır. Risale-i Nur, altı rükn-ü imaniyeyle bu esas-ı ubudiyeti ispat edip "sebü'l-mesani" cilvesine mazhariyeti muraddır.
Vücub-u zekâtın izahından murad ise, zekâtın teferruat tafsilâtı değil, belki zekâtın hayat-ı içtimaiyede derece-i lüzumu ve ehemmiyetli kıymeti ispat edilmiş demektir. Evet, Risale-i Nur'dan evvel yazdığımız risalelerde, hem de Risale-i Nur'un müteaddit yerlerinde, vücub-u zekâtın hayat-ı içtiamiyede ne derece ehemmiyetli olduğu kat'iyen ve vâzıhan ispat edilmiş demektir.
Isparta'da, Risale-i Nur'un ders ve neşrine iki köşkünü bir zaman tahsis eden kardeşimiz Şükrü Efendinin iki genç evlâdının vefatı beni müteessir etti. Çünkü, beş altı yaşında iken, masume kerimesi yanıma geldikçe, her defa "Adın nedir?" soruyordum. Mâsumâne, kemal-i fahirle, "Hayrünnisa" derdi; beni şefkatle güldürüyordu. Cenab-ı Hak, o mübarek masumeyi birden Cennetine aldı, şu dünya cehenneminden kurtardı. Ve merhum mahdumu Hayati ise, hastalık, inşaallah onu da Hayrünnisa gibi günahsız, masum yaptı. Beraber Cennet tarafına gittiler. Bu nokta-i nazardan, ben o iki çocuğu tebrik ediyorum. Ve peder ve validelerini de hem taziye, hem manen tebrik ediyorum ki, o iki evlâtları
*. sırrına mazhar oldular. Ben, o ikisini, Risale-i Nur'un vefat eden şakirtleri içinde dualarımıza dahil ettik.
Haşiye
"Beraber" kelimesi Şuada noksan olduğu için şüphe edilmiş.
Rüştü Efendi benim tarafımdan, Şükrü Efendiye, taziyenamesi olan On Yedinci Mektubu benim yerimde okusun.
Risale-i Nur'un kaptanı Sabri, Nis adasındaki bir kardeşimiz ve Onuncu Sözün tab'ından sonra tehlikeden muhafaza için kaç ay hanesinde saklayan ve peder ve validesiyle, bizimle ciddi alâkadar bulunan Veli Efendinin peder ve validesinin vefat haberlerini yazıyor. Cenab-ı Hak onlara rahmet eylesin. Ben, inşaallah çok zaman onları manevi kazançlarıma şerik edeceğim.
� � �
Aziz, sıddık kardeşlerim,
Ben, pek kat'î bir surette ve bine yakın tecrübelerim neticesinde kat'î kanaatim gelmiş ve ekser günlerde hissediyorum ki, Risale-i Nur'un hizmetinde bulunduğum günde, o hizmetin derecesine göre kalbimde, bedenimde, dimağımda, maişetimde bir inkişaf, inbisat, ferahlık, bereket görüyorum. Hem orada iken, hem burada çok kardeşlerimden aynı hâleti hissettim ve ediyorum. Ve çokları itiraf ediyor ki, "Biz de hissediyoruz" derler. Hatta, size geçen sene yazdığım gibi, benim pek az gıdayla yaşadığımın sırrı, o bereket imiş.
Hem, İmam-ı Şâfiî'den (r.a.) rivayet var ki: "Hâlis talebe-i ulûmun rızkına ben kefalet edebilirim" demiş. "Çünkü rızıklarında vüs'at ve bereket olur."
Madem hakikat budur ve madem halis talebe-i ulûm ünvanına Risale-i Nur şakirtleri bu zamanda tam liyakat göstermişler. Elbette, şimdiki açlık ve kahta mukabil Risale-i Nur hizmetini bırakmak ve zaruret-i maişet özrüyle maişet peşine koşmak yerine en iyi çare, şükür ve kanaat ve Risale-i Nur talebeliğine tam sarılmaktır.
Evet, her tarafta bu derd-i maişet herkesi sarsıyor. Ehl-i dalâlet bundan istifade eder. Ehl-i diyanet de kendini mâzur bilir, "Zarurettir, ne yapalım" der.
Demek ki, Risale-i Nur şakirtleri, bu açlık ve zaruret musibetine karşı yine Nurla mukabele etmeli. Her şakirdin vazifesi, yalnız kendi imanını kurtarmak değil; belki başkasının imanlarını da muhafaza etmeye mükelleftir. O da hizmete ciddi devamla olur.
Size yazmıştık ki, muarızlara adavetle mukabele etmeyiniz. Mümkün olduğu kadar, ehl-i takvâ, ehl-i ilme karşı dostane vaziyet alınız. Fakat bu noktaya dikkat ediniz ki, Risale-i Nur'un zararına ve şakirtlerinin salâbet ve metanetlerine ilişecek bir tarzda daireniz içine sokmayınız. Öyleler, niyet-i haliseyle girmese, belki fütur verirler. Eğer enâniyetli ve hodfuruş ise, Risale-i Nur şakirtlerinin metanetlerini kırarlar, nazarlarını Risale-i Nur'un haricine çekip dağıtırlar. Şimdi çok dikkat ve metanet lazımdır.
Bu havalide, hakikaten ümidimin fevkinde, Risale-i Nur talebelerinden iki kahraman yetiştiler: baba, oğul Ahmed Nazif, Salâhaddin. Bu iki zat Risale-i Nur'un neşrinde iki yüz adam kadar çalıştıklarını görüyoruz. Ezcümle birisi, yani oğlu Kars'ta durup hem Van'a, hem Erzurum'a, hem Konya'ya, hem buralara-size leffen gönderdiğim mektup gibi-muhaberelerle tesirli bir surette çalışıyor; tam bir Abdurrahman'dır.
Kardeşiniz
Said Nursî
� � �
Aziz, sıddık kardeşlerim,
Bu zamanda, hususan bu sıralarda, Risale-i Nur'un şakirtleri tam bir metanet ve tesanüt ve dikkat etmeye muhtaçtırlar. Lillahilhamd, Isparta ve havalisi kahramanları demir gibi bir metanet göstermesiyle, başka yerlere de hüsn-ü misal oldu.
Ey Hüsrev! Tesirli ve güzel mektubunu aldım. Vazifenin başına geçmen bizi fevkalade mesrur etti. Binler safalarla geldin. Sen, bu bir buçuk sene maddî kalemin işlemediğinden merak etme. Senin yerine ve kerametli kaleminin yâdigârı olan Mucizat-ı Ahmediyenin bir vilâyât-ı şarkiyede faalâne geziyor. Diğer son yazdığın nüsha da, İstanbul'da, senin yerinde çalışıp, inşaallah fütuhat yapar. Senin yazdığın mucizeli iki Kur'an-ı Azîmüşşânın bu havalide, hususan Ramazan-ı Şerifte sana kazandırdıkları sevapları ve tahsin ve tebriklerini, inşaallah yakında tab'a girmesiyle âlem-i İslamdan senin ruhuna yağacak rahmet dualarını düşün, Allah'a şükret.
Hafız Ali'nin mektubunda, İslamköyündeki hocalara muhabbete ve dostluğa karar vermesi bizi memnun eyledi. Evet, İslamköyü, nasıl ki Risale-i Nur'a pek ziyade alâkadarlıkta imtiyaz ve sebkat kazanmış; öyle de, ben orada iken, sair hocalara nispeten İslamköyü hocaları dahi daha ziyade insaflı ve Risale-i Nur'u takdir ettiklerini gördüğümden, bu havalideki hocaların lâkaytlıklarına karşı onları hüsn-ü misal gösteriyorum. İnşaallah onlardan zarar gelmez. Ben İslamköyünü, Nurs köyü gibi biliyorum; o hocalara da akrabam nazarıyla bakıyorum, onlara da selam ediyorum. Evet, onların insafı ve Risale-i Nur'a karşı dostluklarıyla, Nur fabrikası o köyde dağdağasız teessüs etti tahmin ediyorum.
Ey Sabri kardeş! Başın sağ olsun. Cenab-ı Hak, o validemizi mağfiret eylesin, âmin. Benim, karabet-i nesebiyeyi ihsas eden parmaklarındaki nişan ve bu yedi sekiz sene Abdülmecid'den daha hararetli faalâne kardeşlik vazifesini yaptığınızdan, elbette senin merhume validen benim de validemdir. Onu da, validem yanına manevi kazançlarıma ve dualarıma hissedar ediyorum. Cenab-ı Hak sana, sabr-ı cemîl ihsan ve o merhumeyi de garik-i rahmet eylesin. Amin.
Aziz, sıddık kardeşlerim,
Risale-i Nur, tarikat değil hakikattir. Âyât-ı Kur'aniyeden tereşşuh eden bir nurdur. Ne şarkın ulûmundan ve ne de garbın fünunundan alınmış değil. Kur'an-ı Mucizü'l-Beyânın bu zamana mahsus bir i'câz-ı manevisidir. Menfaat-i şahsiye yoktur. Risale-i Nur'un hiç olmazsa Söz ve Mektuplarını tamamıyla okuyunca birçok hakikatlar tezahür edeceğinden, bugünkü düşüncenizden, yani Risale-i Nur'u yazmaktan çekinmek ve çekilmekten derhal teberri edeceksiniz.
Muhterem değerli kardeşim,
Derhal yazmaya başlayınız, korkmayınız. Hizmet-i Kur'an, inşaallah muhafaza edecektir. Diğer efendiyi ziyarete gidenlere ve Risale-i Nur'u yazan o havalideki kardeşlerimize geçmiş olsun. Haşiye Hafîz-ı Hakikî inşaallah muhafaza edecektir. İmam-ı Ali Radıyallahü Anhın emrine inkıyad etmek icap ettiğinden, Risale-i Nur'u gizli okumak, gizli yazmak, gizli neşretmek lazımdı. O kardeşlerimizin bu emre riayet etmemesinden ileri geldiğinden, hafif şefkat tokatı yediklerinden, tekrar geçmiş olsun.
Hiç merak etmesinler, hiçbir şey yapılmaz ve yapamaz ve göremezler. Bu hadiseden müteessir olup çekinmeyiniz; bilâkis çalışmanızı ziyadeleştirin ki, tecrübe-i meydan-ı imtihanda muvaffak olasınız. Risale-i Nur'a sık sık ilişirler, fakat bir halt edemezler. Çünkü, Gavs-ı Âzam (k.s.) ve İmam-ı Ali (r.a.) gibi zatların himayeleri ve duaları berekâtına, Hafîz-ı Hakikî hıfz eder. Elhamdü lillâh, hâzâ min fadli Rabbî. Ruhânî inkıbaz inşaallah geçecektir.
Risale-i Nur *. sırrına mazhardır. Ondan istimdat et. Risale-i Nur talebeleri birbirinin ibadetinden hissedar olduklarından, daimi virdleri olan bu ayet-i azime size de şifa verir. Risale-i Nur'u yazınız, ihtiyata riayet ediniz.
Bütün kardeşlerime selam ve hürmetler. Risale-i Nur'a çalışmanızı tekrar tavsiye ederim, kardeşlerim.
Kardeşiniz
Selâhaddin
� � �
Haşiye
Kardeşimiz Salâhaddin, burada Isparta'da olduğu gibi, bunlara da Risale-i Nur'u aramak için evlerini taharri edip sıkıştırdıkları zaman, hıfz-ı İlahî ile birşey bulamadıkları zamanki hadiseye işaret ediyor.
Feyzi