Geçen kışta bana karşı suikastlerin, inayet-i İlahiye ile ve duanızın yardımıyla gelen sabır ve tahammülüm neticesinde akim kalan planı pek geniş bir tarzda olduğuna delil ise, bu yakında reisicumhur Afyon da demiş: "Bu vilayette din cihetinde bir karışıklık çıkacağını zannederdik."
Demek, gizli komite beni sıkıştırmakla bir hadise çıkarmak istiyordular. Bir ecnebi müdahelesi hesabına ve Müslümanlar ve vatan zararına, bütün bütün kanunsuz ve keyfi bir tarzda, damarıma şiddetle dokunan ihanetler ve sıkıntılarla tazipleri, onlara dünyada tam zarar, ahirette Cehennem ve sakar; ve bize, dünyada mükemmel sevap ve zafer, ve ahirette, inşaallah Cennet ve ab-ı kevseri kazandırır. Demek bu gizli planı Heyet-i Vekile ve Reis hissetmiştiler ki, buralarda umum me murlar, hatta vali ve kaymakam, zabıta benimle görüşmekten kaçıyor ve ürküyordular. Ben de hayret ederdim. Fakat, elimizde yalnız Nur bulunduğunu ve siyaset topuzu bulunmadığını, zerre kadar aklı bulunanlar anladılar.
Gariptir ki, en ziyade lehime çalışması lazım olan bazı vazifedarlar, aleyhimde istimal ve istihdam edildi. Nurcular, çok ihtiyat ve dikkat ve temkinde bulunmaları lazımdır. Çünkü, manevi fırtınalar var; bazı dessas münafıklar her tarafa sokulur. İstibdad-ı mutlaka dinsizcesine taraftarken, hürriyet fırkasına girer, ta onları bozsun ve esrarlarını bilsin, ifşa etsin.
Hem Salahaddin in, Asa-yı Musa yı Amerikalıya vermesi münasebetiyle deriz:
Misyonerler ve Hıristiyan ruhanileri, hem Nurcular, çok dikkat etmeleri elzemdir. Çünkü, herhalde şimal cereyanı, İslam ve İsevi dininin hücumuna karşı kendini müdafaa etmek fikriyle, İslam ve misyonerlerin ittifaklarını bozmaya çalışacak. Tabaka-i avama müsaadekar ve vücub-u zekat ve hurmet-i riba ile, burjuvaları avamın yardımına davet etmesi ve zulümden çekmesi cihetinde Müslümanları aldatıp, onlara bir imtiyaz verip, bir kısmını kendi tarafına çekebilir.
Her neyse, bu defa sizin hatırınız için kaidemi bozdum, dünyaya baktım.
Said Nursi
Aziz, sıddık kardeşlerim,
Çok ehemmiyetli mektuplarınıza bir tek muhtasar cevaba mecburiyetim var.
Evvela: Sualleri, çok nurlu hakikatlerin zuhuruna vesile olan Refet in, hem masumlara Kur'ân ve Nur ları ders vermesi, hem kendisi Nur Lem alarıyla meşgul olması, hem tashihatta bana ve Hüsrev e yardım etmesi, hem İstanbul da Asa-yı Musa nın insaflı alimlerin ellerine geçmesine çalışması, çok şayan-ı tebriktir. Ve yeni sualine şimdi cevap verilmez, daha zamanı gelmemiş.
Kahraman Burhan ın Serbest Fırkasının reisine verdiği cevap güzeldir. Evet, Nurcular, siyasetlerle alakaları olmaz. Yalnız İmân hakikatleriyle bütün hayatları bağlıdır. Şimdiye kadar gizli komiteden, siyaseti dinsizliğe ve zındıkaya alet edenler, istibdad-ı mutlakla Nurcuları ezdiler. İnşaallah, bir sebep çıkar Haşiye o istibdadı kıracak, masum ve mazlum Nurcuları kurtaracak. Fakat çok dikkat ve ihtiyat lazımdır. Risale-i Nur, dünyada her cereyanın fevkinde bulunması ve umumun malı olması cihetiyle, bir tarafa tabi ve dahil olmaz. Belki mütecaviz dinsizlere karşı haklı tarafa yardımcı olur ve dost olur ve ihtiyat kuvveti hükmünde onlara bir nokta-i istinat olur. Fakat siyaset hesabına değil, belki Nur ların intişarı ve maslahatı hesabına, bazı kardeşler, Nurlar namına değil, belki kendi şahısları namına girebilir. Hususan, mübarek Isparta nın şimdiye kadar Nurlar medresesi olması ve muarızların dahi ona çok ilişmemesi noktasında, dahilde tarafgirane vaziyet almamak, muterizlerin nedametine ve hakikate dönmelerine bir vesile olabilir. Siz daha iyi bilirsiniz.
Salahaddin in mektubu, birkaç cihette ehemmiyetlidir. Amerika alimleri, elbette Asa-yı Musa risalesine lakayt kalmayacaklar. Eğer dini, din için seven kısmının ellerine geçse, fütuhat yapar. Yoksa, bazı enaniyetli hocalarımız gibi, kıskançlık damarıyla neşrine ve tervicine çalışmaları meşkuktür. Her neyse, inayet-i İlahiyeye havaledir.
Aziz, sıddık kardeşlerim,
Evvela: Tahiri nin İstanbul a gitmesi, inşaallah hayırdır. Ve Hüsrev in pek çok vazifelerini tamamen yapması, kanaatim geldi ki, Barla da bulunduğum zaman bütün yazanların tashihatını ve telif hizmetini yapmamda tahakkuk eden büyük inayet ve harika muvaffakiyet, aynen Hüsrev de, yardımcılarında dahi nümunesi var.
Saniyen: Tahiri nin, Denizli hapsinde, unutulmaz halisane hizmetiyle ve Nurlara sarsılmaz sadakatiyle ve yanılmaz zekavetiyle ve çekilmez bahadırlığıyla daire-i Nurda ehemmiyetli makamı için, bütün bu defaki mektubunu Lahikaya geçirdik. Başta Nurun şakirtlerinden validesi Zübeyde olarak, akrabasına ve rüfekasına selam ederim. Cenab-ı Hak onlardan ebeden razı olsun. Amin!
Haşiye: Demokrat çıktı, bir derece kırdı.
Salisen: Nis li Kureyşilerden Ahmed Kureyşi, muhterem pederiyle ve ammizadesi Ahmed ile Nurların has naşir ve talabelerinden olması, o havali şakirtlerinin namına Nurlar hakkında güzel manzum fıkraları Lahikaya girdi. Cenab-ı Hak onları muvaffak eylesin. Amin.
Rabian: Eğirdir kasabasında, isimlerini yazmadığım gayet ehemmiyetli kardeşlerimiz var. Onlara ve Mehmed Sabri gibi büyük santrala istinaden ve Sabri nin yazısına benzettiğim dikkatli ve güzel ifadeli bir mektubu çalışkan ve ciddi kardeşlerimizden Çilingir Ali den aldım. Onun arzusuyla aynını Lahikaya geçirdik. Ona ve onu çalıştırana "Maşaallah ve veffakakümullah" deriz.
Aziz, sıddık, alicenap eski ve yeni kardeş Yeşil Salih,
Benden, sergüzeşte-i hayatıma ait sorduğun maddelere gayet kısa ve mücmel işaret edilecek. Bir zaman sonra inşaallah başkalar izahla cevap verecekler. Fakat tarihe geçmek ve bu asır alimlerinin içinde kendi adi şahsımı nesl-i atiye göstermek, bildirmek ne isterim ve ne de liyakatim var. Cenab-ı Hakka hadsiz şükrederim ki; beni, bana beğendirmemiş, dehşetli kusurlarımı bana göstermiş.
Hem insanlara kendini bildirmek bir şöhretperestlik olmasından, bir enaniyet, bir hodfüruşluk, bir riyakarlık ihtimali var. Bu ise, bizim gibilere tam zarardır.
Hem ben, madem bu asırda maddeten ve manen münferit yaşamaya ve hayat-ı içtimaiyeden çekilmeye mecbur olmuşum; elbette hakkım yoktur ki, hayat-ı içtimaiyeyi geçirenler içinde tarihe binip istikbaldekilere görüneyim. Yalnız bu cihet var ki, Risale-i Nur, bu vatana ve bu millete pek büyük menfaati, mahkemelerin ve ehl-i vukufların müttefikan kararlarıyla tahakkuk etmiş. Bu nokta-i nazarda, benim ehemmiyetsiz, biçare, perişan, çok kusurlu şahsiyetim değil, belki yalnız Kur'ân ın malı ve meali olan Risale-i Nur namına, sizin suallerinize cevap için ben işaretler ederim, sonra da Risale-i Nur ve şakirtleri izahla cevap versinler.
Evvela: Otuz sene evvelki hayatımın tarihçesini merhum Abdurrahman yazmış, tab edilmiş.
Saniyen: Risale-i Nur'un zuhur zamanının bir nevi tarihçesi Eskişehir hapsinin müdafaanamesiyle Yirmi Yedinci Lem a olmuş. Ve Denizli hapsindeki müdafaa risaleleriyle (On birinci ve On ikinci Şua) İhtiyarlar Lem ası ve Ayet-i Hasbiye Risalesi ve Onaltıncı Mektupla Hücumat-ı Sitte ve İşarat-ı Selase ve İşarat-ı Seb a risaleleri gibi Nur eczaları, suallerinize tafsilen cevap vermek için mahkeme bana iade ettiği ve şimdi elimde bulunmayan risaleler, bir zaman elinize gelecek. İnşaallah sizi hiç unutmayacağım. Bu halimde bu alakadarlığınız, benim çok ağır sıkıntılarımı hafifleştirdi. Allah senden razı olsun. Amin.
Aziz, sıddık kardeşlerim,
Bir biçare vesveseli ve hassas ve dinsizlerle görüşen bir adam, meşhur dua-i Nebevi olan Cevşenü l-Kebir hakkında ve akıl haricindeki sevap ve faziletine dair bir hadisi görmüş, şüpheye düşmüş. Demiş:
"Ravi, Ehl-i Beytin imamlarındandır. Halbuki hadsiz bir mübalağa görünüyor. Mesela içinde der: Bu duaya Kur'ân kadar sevap verilir. Hem Göklerdeki büyük melaikeler, o dua sahibini gördükçe kürsilerinden inip ona pek büyük bir tevazu ile hürmet ederler. Bu ise, aklın ve mantığın mikyaslarına gelmez" diye, Risale-i Nur dan imdad istedi. Ben de Kur'ân dan ve Cevşen den ve Nur lardan gayet kat i ve tam akıl ve hikmete mutabık bir cevap verdim. Size gayet kısa bir icmalini beyan ediyorum. Şöyle ki, ona dedim:
Evvela: Yirmi Dördüncü Sözün Üçüncü Dalında on adet "usul" var, böyle şüpheleri esasıyla keser, izale eder. Ona bak, cevabını al.
Saniyen: Hergün bütün ümmet kadar hasenat ona işlenen ve bütün ümmetin saadetlerine yardım eden ve İsm-i Azamın mazharı ve kainatın çekirdek-i aslisi, hem en mükemmel ve cami meyvesi olan zat-ı Ahmediye Aleyhissalatü Vesselam, o duanın kendi hakkında o azim mertebesini görmüş, ona haber veren Cebrail Aleyhisselamdan işitmiş, başkalarını kendine kıyas etmiş veya edilmiş. Demek o pek fevkalade ve acip sevap, zat-ı Ahmediyenin (a.s.m.) velayet-i kübrasından ona gelmiş. Külli, umumi değil, belki o duanın mahiyetinde böyle harika bir kıymet var ve ism-i Azam mazharı olan zatın tebaiyetiyle başkalara dahi o sevap mümkündür; fakat gayet ehemmiyetli şartları var, yalnız okumak kafi gelmez. Yoksa muvazene-i ahkamı bozar, farzlara ilişir.
Salisen: O dua, nasıl ki zat-ı Ahmediyeye baktığı vakit mübalağadan münezzeh ve ayn-ı hakikat oluyor. Öyle de, o duadaki yüzer Esma-i Hüsnanın hakikatlerine baktığı zaman, değil mübalağa, belki onların nihayetsiz tecellilerinden gelmesi mümkün ve gelebilen feyizlerin nihayetsizliğini göstermek için pek az bir kısmını Muhbir-i Sadık (a.s.m.) haber vermiş ve teşvik için müphem ve mutlak bırakmış. Sonra, mürur-u zamanla, o kaziye-i mümkine ve mutlaka, bilfiil vaki ve külliye telakki edilmiş.
Rabian: Yirminci Lem a-i İhlasda, bir adama beş yüz senelik bir genişlikte bir Cennet verilmesine dair olan bir haşiye var. Ona da bak, gör ki, o koca Cennetin verilmesi, bilmediğimiz tarzda bir malikiyet değil, belki insan nasıl hususi hanesine çok cihetlerle maliktir, sahiptir; öyle de, zemin yüzündeki şeylere çok duygularıyla bir nevi maliktir, tasarruf ve istifade edebilir. Hem, koca dünyayı, benim hanemdir, bana vermiş ve güneş lambamdır diyebilir.
Demek bazı fevkalhad, harika ve akıl haricindeki bir kısım sevaplar, bu mezkur hakikate bakar.
Hem İslamiyette her sevabın, her fazilet-i a malin en evvel mazharı ve bizlerin bir duada bir zerre sevabımızda, o duada bir dağ kadar sevap ve feyzi kazanan zat-ı Ahmediye (a.s.m.), hususi virdler ve dualar ve şeriat ve risalet cihetiyle değil, belki velayet-i Ahmediye noktasında ve umumi olmayan derslerinde, kendine verilen en yüksek mertebeyi beyan eder. Kendine tam tebaiyet eden has varislerini, o noktalara teşvik eder.
dedim. O vesvese edip şüphelere düşen adam, lillahilhamd, kurtuldu, tam kanaatı geldi. Belki sizin bazılarınıza faydası var diye size de gönderdim.
Umumunuza binler selam...
Aziz, sıddık kardeşlerim,
Çok defa hatırıma geliyordu ki: "Neden herkesten ziyade medreseden çıkanlar Risale-i Nur'a sarılmaları lazımken, en ziyade çekinen, onlardan resmi vazifeyi alanlardır?"
Şimdi birden hatıra gelen cevabın biraz kısmını beyan etmek lazım geldi.
Evvela: Gizli münafıklar, aleyhimizde büyük makamlarda olanların bir kısmını istimal ederek resmi bir tarzda şiddetli propaganda etmelerinden, bütün resmi memurlar ürkmeye ve çekinmeye mecbur olmuşlar. Onlar içinde dahi enaniyetli ve evhamlı ve bid aları kabul eden hocalar, daha ziyade çekinmeye başlamışlar, kendilerine bir özür, bir bahane aramışlar.
Risale-i Nur dan İşarat-ı Sebanın bidacılara şiddetli tokadı ve Sekizinci ve On sekizinci Lemada İmam-ı Ali'nin (r.a.) Ercüze de, ulemaü's-su hakkında dehşetli tokadı; ve bidalara bir derece ve bir cihette müsait olan Vehhabilik mezhebini perde altında kabul edenler, Yirmi Sekizinci Mektubun, Vehhabiler hakkındaki meselenin tokadı; ve Kur'ân tercümesini yapan ve Kur'ân yerinde tercümesinin okunmasına cevaz gösterenlere Risale-i Nur'un şiddetli tokatları, ve derd-i maişet zarureti ve mevki-i içtimaide haysiyetini düşünmeleri sebebiyle hocalar, hatta İstanbul un eskide dost hocaları, kaçmaya ve az bir kısmı, tenkide çalışmaya, hatta, Al-i Beyt ve İmam-ı Ali'ye adavetleri bulunan müfrit Vehhabilik hesabına Risale-i Nur'un Al-i Beyt ve İmam-ı Ali'nin bir manevi hediyesi ve eseri olmasından, itiraz etmeye başlamışlar. Fakat biz, İstanbul alimlerinden kızmıyoruz, belki bir cihette memnunuz. Çünkü başkalara nisbeten ilişmiyorlar.
Hem merhum Fetva Emini Ali Rıza ve merhum Ahmed Şirani ve merhum Şevket Efendi ve merhum Mehmed Akif gibi insaflı, Risale-i Nur u fevkalade takdir ve tahsin eden o muhterem ve merhum zatların hatırı için, biz İstanbul hocalarına dostuz, onlardan gücenmeyiz. İnşaallah, bir zaman Yirminci Lem a-i İhlâs kendini onlara okutturacak, o eski dostları da yeni dostlar yapacak.
Kardeşlerim, herkes sizin gibi sebatkar olamaz. Perde altında Nurcuların kuvve-i maneviyelerini kırmak için bazı hocalar vasıta oluyorlar. Aldanmayınız ve sarsılmayınız ve onlarla münakaşa etmeyiniz. Mümkün oldukça dostane muamele ediniz, "Biz onlarla kardeşiz" deyiniz. Ve bu pusuladaki noktaları unutmayınız, ta sizi aldatmasınlar.
Hüsrev in himmetiyle daireye giren ve Nurun yeni şakirtlerinden bana mektup yazan Hatice ve Rabia, haslar içinde kabul edildiler. Ve çok alakadar olduğum Barla da hararetle Bahri ve evladı ve Eyyub ve Ali ve Mehmed ve Süleyman ların gayretleriyle Nurlar dersine çalışmaları beni sevinçle ağlattırdı. Ben bütün Barla halkına, hususan Süleyman lar ve Bahri ve Mehmed ler ve Mustafa lar, eski zamanda Nurlara kıymettar hizmet eden Şamlı Hafız Tevfik ve mübarek Hafız Halid ve İmam Hakkı Efendi ve Muhacir Hafız Ahmed ve evladı ve ahfadı ve Şem i ve bana çok hizmet eden Abdullah Çavuş ve oradaki komşularıma ricalen ve nisaen binler selam ve dua ederim ve mübarek aylarda dualarını isterim.
Bahri ve evlatları üç Asa-yı Musa yazdıklarını şimdi haber aldım. Muhacir Hafız Ahmed ile Barla da kardeşlerimizin hesabına hem Kazım ın, hem berber Mehmed in ciddi halisane mektupları Lahikaya girmeye hak kazandılar. Ve Bahri nin güzel manzumesi, küçük bir medrese-i Nuriye hesabına tam girebilir.
Medar-ı hayret bir latif inayettir ki, Büyük Mustafa yı (r.h.) aynen merhum Abdurrahman gibi hem sadakatiyle, hem kalemiyle, hem iktidarıyla Nurlara hizmet edeceğini kalbime ihtar edilmesiyle o zamanda Abdurrahman ın vefatını unutmaya çalıştım. Hakikaten Küçük Ali, o hatıra-i gaybiyeyi kalem cihetinde dahi tam tamına tasdik ettirdi. Kardeşinin kalemini kendisi aldı. Sarı bıçağı, elmas kılıcı yaptı. Demek o zaman, onu da mübarek Mustafa nın ruhunda hissetmiştim.
Hem Muhacir Hafız Ahmed i hem bana, hem Nurlara alaka ve sadakat noktasında Nurların birinci talebesi ve fedakar bir naşiri kalben hissetmiştim. Halbuki kalemle hizmete muvaffak olamadı. Çok defa o gaybi hissimi tahattur ederdim. Sonra, birden hem oğlu Kazım, hem damadı Bahri, hem diğer damadı berber Mehmed ondan his ve ümid ettiğim metinane hizmeti fevkalade bir alaka ve sadakatle tam tamına yerine getirmeye, çalışmaya başladılar. Hatta hafideleri dahi masum şakirtler içine girmişler. Umuma selam.
Said Nursi
Aziz, sıddık, bahtiyar, vefakar, faal, sebatkar kardeşlerim,
Evvela: Tekraren hem sizin Receb-i Şerifinizi ve Leyle-i Regaibinizi tebrik, hem Safranbolulu kardeşlerimizin tebriklerine mukabeleten şuhur-u selaselerini ve dört leyali-i mübarekelerini ve Nurlarla gayet ciddi alakalarını tebrik ederiz. Ve oranın şakirtleri namına yazılan tebrikname mektubunda benim pek çok kusurlu şahsıma verdikleri unvanları ve senaları, Halil İbrahim in bazı mektupları gibi, tadil ile Risale-i Nur a çevirip Lahikaya girmesini istedim; fakat şahsım pek sarih bir tarzda mevzu yapıldığı için yakıştıramadım, şimdilik geri kaldı.
Kardeşlerim, katiyen biliniz: Şan ve şeref ve hodfüruşluk ve kendine güvenmek ve şahsımı beğendirmekten ürküyorum ve kaçıyorum ve şahsıma karşı medihlerden hoşlanmıyorum. Yalnız Risale-i Nur a karşı sadakat ve kanaate bir emare olmak cihetiyle, bazı müfritane tabirleri, ya hatırları için veya hüsn-ü zanlarını kırmamak fikriyle, kısmen tadil ile kabul ve sükut ederim. Fakat iki ihlas Lem aları ve mesleğimizin "hıllet" ve "ihlas" ve "uhuvvet" esasları, bu tarz medihlere müsaade etmez. Hem, bu benlik ve enaniyet asrında ve şöhretperestlerin nazarında Nur ların safiyetine ve halisiyetine zarar verebilir.
Saniyen: Hıfzı nın iki masumunun yazdıkları Asa-yı Musa ve Rehber ve Küçük Sözler bizi mesrur eyledi. Yüz maşaallah! Böyle binler Nurcu masumlar, istikbali Nurlandıracaklar.
Said Nursi
Aziz, sıddık kardeşlerim,
Bu şuhur-u mübarekede, Nurcuların şirket-i maneviyesine inşaallah pek çok kudsi servet girecek. Herbir Nurcu, binler lisanla ve yüzer kalemle çalışacak gibi kar kazanacak. Ve bu mübarek ve çok bereketli aylarda beş tarzda ibadet sayılabilen kalemle Zülfikar-ı Mucizat mecmuasına hizmet edenler, tam bahtiyardırlar. Fakat yazıdan ziyade, sıhhatine dikkat etmek lazım ve elzemdir. Bugün de tatlı iki manidar tevafuku gördüm. Kanaatım geldi ki, benim bugünlerde zahmetler içinde Asa-yı Musa tashihinde sıkıntılarıma mukabil, inayet-i İlahiye ücretimi ve tayınatımı şirin bir surette veriyor.
Birisi: Kahraman Tahiri nin teberrük olarak getirdiği tatlı lokmalar, acip bir bereketle, hergün ikişer üçer yediğim halde bitmiyordu. Hayret ederdim. Bugün adetimle iki alacaktım; baktım yalnız iki tane kalmış. İktisat için birisini aldım. Aynı saatte, Hıfzı nın iki masum evladının, bir kutu içinde yazdıkları nüshalar altında şekerden, ekmekten, aynen Tahiri nin lokmaları gibi, hem onun miktarında elime verildi. Ben bu tatlı tevafuktan zevk alırken, dünkü gün, aynı saatte çok hararetim vardı, çok su içiyordum. Canım üryani erik hoşafı istedi. Ben bilmiyordum, unutmuştum; şiddetli bir arzuyla hararetimi teskin edecek eskide alıştığım ve çok istimal ettiğim üryani erik, bir kutu içinde ve Asiye nin has arkadaşlarından Nurcu Şerife Hanımın şekeriyle elime verildi. Ben de bu çok tatlı tevafukun hatırı için hem masumların, hem onların teberrüklerini yüz misli kadar kabul ettim.
Umumunuza binler selam.
Said Nursi
Aziz, sıddık, sarsılmaz, usanmaz, çekinmez, çekilmez kardeşlerim,
Evvela: Bu yaz, derd-i maişet cihetiyle ve bu şuhur-u selase, ibadet haysiyetiyle bir derece Nurların kitabetine fütur verebilir diyenlere beyan ederiz ki: Bilakis, yazmaya şevk verir ve vermek gerektir. Çünkü Nurun hizmeti, hem maişet, hem rahat-ı kalbe bereketleriyle yardım ettiği gibi, ibadet-i tefekküri nev inden olması cihetiyle, mübarek ayların sevaplarına büyük yardımı olur.
Saniyen: Nur'un bir şakirdi bana dedi ki: "Geçen sene daha Nurlar bize teslim olmadan ve hususi bir iade neticesinde burada rahmet dahi hususi bir derece tezahürüyle demiştin ki: Ne vakit tam serbestiyetle Nur lar okunsa ve yazılsa ve bize iade edilse, yağmurla, rahmet tam olacak haber vermiştin. Hakikaten bu baharda hem Asa-yı Musa her tarafta merakla yazılması ve okunması, hem Zülfikar-ı Mucizat yazılmasına şevkle başlanması, bu emsalsiz rahmete bir vesile olduğuna kati kanaatım geliyor" dedi.
Aziz, sıddık kardeşlerim,
Evvela: Hüsrev le bir ruh iki ceset ve kendisi, bahadır biraderiyle Nur hizmetinde çok ehemmiyetli mevki alan kahraman Rüştü nün acip bir el makinesini Nurlar için celbine çalışması, ehemmiyetli bir fütuhat-ı Nuriyenin mukaddemesidir. İnşaallah, yine Nurlar, Nurcuların, layık elleriyle kalemleri gibi tab ve neşredilecek; yabani ve layık olmayanlara muhtaç olmayacak. Fakat herşeyden evvel sıhhatli ve yanlışsız ve güzel bir tarzda makine ile, mümkünse evvel eski harfle yazılsa, sonra yeni harfle daha münasiptir. Sizlerin isabetli tedbirinize havale ediyoruz.
Saniyen: Konyalı Sabri nin Refet e yazdığı mektubunu gördüm, ondan bildim ki, bu Sabri, öteki Sabri gibi gayet halis ve samimi ve çalışkan bir Nurcudur. Bin barekallah hem ona, hem onu teşvik ve teşci eden ve hocaların yüzlerini ak eden Konya alimlerine! Başta müfessir mübarek Hoca Vehbi olarak onlara ve oradaki Nur şakirtlerine çok selam ederiz ve bu mübarek şuhur-u selasede dualarını isteriz.
Said Nursi
Aziz, sıddık kardeşlerim,
Sekiz sene çoluk ve çocuğuyla sadakatle bana hizmet eden; ve evlad ve ahfad ve refika ve damatlarıyla Nurlara ciddi çalışan; ve ders ve vaazlarını bütün Nurlardan veren; ve vefatından on dakika evvel dünyaca en ehemmiyetli vasiyeti, kendinin Nur Risalelerini tekmil için Şamlı Hafıza rica eden, vefatından iki gün evvel bana mektup yazıp benim aynı vakitte Sava yı Barla ya tercih ederek Sava mezaristanında defnimi arzu ettiğimi sizlere yazdığımı sadakatin kerametiyle hissedip bana mukabele ve itiraz tarzında o mektubunda der:
"Sen Barla yı ikinci vatanımdır dediğin halde, neden ona gelmiyorsun, başka yerleri tercih edersin? İptida-yı medrese-i Nuriye Barla dır, senin mezarın orada olmalı" diye bana ihtar etti. İki gün sonra, size yazdığım daha size yetişmeden, onun mektubunu, hem Şamlı Hafız ikinci sayfasında yazdığı vefat haberini aldığım merhum Muhacir Hafız Ahmed in (r.h.) dünyadan göçmesi, aynen Abdurrahman gibi beni çok sarstı, ağlattırdı, -2- dedirtti. Binler rahmet onun ruhuna insin. Amin. Kabri de hanesi gibi Kur'ân ve Nur'un bir menzili olsun. Amin. Şüphem kalmadı ki, bu zahir sadakat kerameti, Nurcuların imanla kabre gireceklerini ispat ediyor ve hüsn-ü hatimeye mazhardırlar. Benim tarafımdan onun akrabasını taziye ediniz. Ve ben bütün dualarımda onu hissedar ediyorum diye tebliğ ediniz.
Saniyen: Kardeşimiz Refet bana yazıyor ki: "İstanbul da Nurlara çok ihtiyaç var ve ekmek gibi herkes muhtaçtır. Ve kardeşlerimizden ve Nurlarla çok alakadar ve çok okumuş ve Nurcu olan Yeşil Şemseddin, Nur'un hakikatlerinden ders verdiğinden, vaazında binlerle adam bulunur."
Hem Refet der: "Bundan anlaşılıyor ki, Risale-i Nur, bu millete hergün ekmek gibi lazımdır."
Hem bir kısım Nurları ehemmiyetli zatlara vermiş ve Zülfikar-ı Mucizat ın benim tashihimden geçmiş bir nüshasını istiyor.
Umuma birer birer selam ve dua ederiz ve dualarını isteriz.
Said Nursi
Hüsrev i tashihte ve tevzide ve tedbirde ve muhaberede ve Nurların neşir ve yetiştirmesinde tebrik ve muvaffakiyetine dua ederiz. Bu ehemmiyetli vazifelerle beraber, yine o şirin ve parlak kaleminin yazılarını çok nüshalarda görüyoruz. Hem müstakil nüshaları da yazıyor, mektubundan anlıyorum.
Şimdi birden medrese-i Nuriyenin (Sava) Hacı Hafız Mehmed, merhum Hafız Mehmed ve kardeşleri ve Mehmed leri ve Ahmed leri ve masum Nurcuları ve mübarek ihtiyar ve sair kahramanları, şakirtlerini düşündüm. Hayatım müddetince ona yakın olmak bütün canımla istedim ve vefattan sonra onların mezaristanında defnolmamı arzuladım.
Birden ihtar edildi ki:
"Gerçi Medresetü z-Zehranın merkezi olan Isparta Vilayetinde maddeten bulunmak çok cihetle faydalı, saadetlidir; fakat Nurun mesleği ve Nurcuların meşrebi cihetiyle daima berabersiniz. Zaman ve mekan, perde olamazlar. Şarkta, garpta, şimalde, cenupta, dünyada, berzahta bulunsanız, manen bir mecliste, beraber sayılırsınız. Onların manevi yardımları daima birbirine oluyor ve sana da gelir" diye beni teskin etti.
Ben dedim: Madem şimdi her tarafta Nurlara kuvvetli ve kesretli eller sahip çıkıyorlar ve tam muhafaza ve neşrine çalışıyorlar, elbette ben bir parça istirahat etsem tembellik olmaz.
Aziz, sıddık kardeşlerim,
Evvela: Geçen mübarek Leyle-i Beratınızı ve gelecek Ramazan-ı Şerifinizi tebrik ederiz. Bu sene, Berat Gecesi, Nurcular hakkında çok bereketli ve kerametli olduğuna bir emaresini hayretle gördük. Şöyle ki:
Ben, Berat Gecesinden az evvel Asa-yı Musa tashihiyle meşgulken, bir güvercin pencereye geldi, bana baktı. Ben dedim: "Müjde mi getirdin?" İçeriye girdi, güya eskiden dost idik gibi, hiç ürkmedi. Haşiye Asa-yı Musa üstüne çıktı, üç saat oturdu. Ekmek, pirinç verdim, yemedi. Ta akşama kaldı, sonra gitti, tekrar geldi. Berat gecesinde, ta sabaha kadar yanımda kaldı. Ben yatarken başıma geldi, Allahaısmarladık nevinden başımı okşadı, sonra çıktı gitti. İkinci gün, ben teessüf ederken, yine geldi, bir gece daha kaldı. Demek bu mübarek kuş, hem Asa-yı Musa yı, hem Beratımızı tebrik etmek istedi.
Aziz, sıddık kardeşlerim,
Kastamonu Hüsrev i ve Süleyman Rüştüsü olan Mehmed Feyzi ve Emin in, Üstadlarının Kastamonu daki hayatımın bir tarihçesini, hüsn-ü zanla haddimden çok fazla senalarını tebdil etmeyerek kabulümün sebebi şudur ki:
Bugünlerde Afyon un büyük memuru, bir çavuşu bana ihanete vasıta yapıp güya teveccüh-ü ammeyi hakkımda kırarak, ta bu vilayet, Denizli, Isparta gibi Nurlara tam sahip çıkmasın ve Nurlar parlamasın. Gerçi ben tahammül ettim, fakat buranın yeni şakirtlerinin teessürlerinden müteessirdim. Düşünürken, Mehmed Feyzi nin bu samimane ve alimane, hürmetkarane mektubu o herifin ve o amirinin ihanetlerini yüzlerine vurup hiçe indirerek, teessüratımı tam sildi, süpürdü. Binler derece o iki bedbahttan yüksek olan iki Nurcunun böyle medih ve hürmetleri, onların kanunsuz cebir ve ihanetlerinin aynı zamanda tam tamına tevafuku, Feyzi ve Emin in sadakatlerinin bir kerameti olduğuna kanaat ettiğimdir.
Kardeşlerim,
Şimdi tebeyyün etti ki, beni karakola çağırmak, lüzumsuz bahanelerle beni hükumete celb etmekte maksat, ihanet ve halkın nazarında ehemmiyetsizliğim ve bana müttehem vaziyeti vermek içindi. Şimdi tahammülüm kalmadı. Mümkün oldukça oraya beni çağırmamak lazımdır. Ceza hakimini görünüz. Bana bir dava vekili tarzında bir adamı bulunuz; benim bedelime lüzum olsa karakola gitsin. Yirmi beş sene münzevi bir adam, böyle ihanetkar insanlarla görüşmek, işkenceli bir azaptır. Ben, sekiz sene Kastamonu da, birtek defa valinin ısrarıyla yanına ve iki defa da polishaneye gittim. Burada sebepsiz on defadan geçti. Ben daha gidemem. Hem doktordan bir rapor alınız. Yoksa bu şehre maddi ve manevi zarardır.
Haşiye: Evet, biz gözümüzle gördük.
Evet Evet Evet
Nureddin Mehmed İsmail
Hüsrev'in müdafaatımda yazılan dört zelzele mes'elesini tasdik eden bu geceki şiddetli dört defa zelzele, bana ve Nurlara ve bu memlekete kat'î bir sû'-i kasd eseri olarak hükûmet içinde hizmetçime bağırarak bana tahkirkârane ihanet ve şetmedip "Git ona söyle" diyen ve kaymakamın emr-i cebrîsiyle "Hasta da olsa buraya getiriniz" bekçilere ve jandarmalara emir veren ve Afyon'un perde altındaki büyük memura dayanan karakol çavuşu, hem Nur şakirdlerinin şevklerine, hem Nurların burada yazılmasına, hem bana ehemmiyetli sıkıntı vermesinin aynı vakitte, böyle burada görülmeyen bu şiddetli zelzelenin gelmesi gösteriyor ki; Risale-i Nur bir vesile-i def'-i beladır; ta'tile uğradıkça, bela fırsat bulup gelir.
Nurlara az zamanda çok hizmet eden Mustafa Osman'ın gayet tevazukârane ve mahviyetkârane mektubu, tam onun hâlisane sadakatını ve ihlasını isbat edip onbeş senelik haslarla omuz omuza geldiğini gösterir. Zâten yazdığı Asâ-yı Musa mecmuası, kuvvetli bir delildir. İşte bu dakikada bunu yazarken, yine hafif zelzele başladı.