YİRMİ YEDİNCİ MEKTUBUN LAHİKASININ ZEYLİ
Aziz, sıddık kardeşlerim,
Bu defa şehid merhum Hafız Ali nin ehemmiyetli bir varisi ve Denizli talebelerinin yüksek bir mümessili ve Denizli şehrinin Risale-i Nur a karşı fevkalade teveccühünün bir tercümanı kardeşimiz Hasan Feyzi nin edibane, Risale-i Nur hakkında fevkalade senakarane pek uzun bir mektubunu aldım.
Risale-i Nur'un bana teslim olması münasebetiyle, kardeşimiz Hafız Mustafa nın çalışması hakkında yazdığım mektubun içinde Risale-i Nur'un çok ehemmiyetli kıymetini muhtasar bir surette beyanatıma ve hiss-i kablelvuku mektuplarımdaki ehemmiyetli davalarıma bu uzun mektup tam bir izah ve Denizli şehrinin Risale-i Nur lehinde bir kuvvetli şehadeti ve bir şahidi olmak cihetiyle, hem bu zat mektep fenlerinde çok zaman alakadar olup kıdemli bir muallim ve alim olması haysiyetiyle, Risale-i Nur hakkındaki bu parlak şehadeti çok ehemmiyetli gördüm. Yalnız, bana bakan kısımları, ya tayy veya tadil etmeyi münasip gördüm. Bir, iki, üç yerde de, herkese göstermek münasip görmediğimden, çizgi altına aldım ve sizlere de Yirmi yedinci Mektubun veya lahikasının bir zeyli olarak gönderdim. Bu parça mektubumu, onun mektubunun başında yazabilirsiniz. Hasan Feyzi kardeşimiz, onun bazı cümlelerini tayyetmemden gücenmesin. Çünkü umum talebelere o tayyolunan kısım lazım değil, hususi bazılarda kalabilir.
Bu zat, doğrudan doğruya hakaik-i imaniye ve Kur'âniyeyi bir şahs-ı manevi mahiyetinde, Risale-i Nur şahs-ı manevisinin cesedine girmiş ve eczalarının libasını giymiş bir tarzda, fevkalade bir sena ile ona hitap ediyor. Ben, baktıkça, birden itirazkarane hüsn-ü zannı pek ziyadedir tahattur ettiğim dakikada, hakikat-ı Kur'âniye manen dedi: "Cesede, libasa bakma; bana bak: O, benim hakkımda konuşuyor. Doğru söylemiş." Ben daha ilişmedim. Yalnız, Risale-i Nur tercümanı hakkında sarihan veya işareten veya kinayeten onun haddinden pek fazla senakarane tabiratı tadil etmeye lüzumu var. Başkalar, hususan ehl-i tenkit insanlar nazarında biçare şahsıma bu nevi hüsn-ü zannını kabul etmemek mesleğimize lazım geliyor; tadilime gücenmesin.
� � �
... O (Bediüzzaman), Nur'un hadimidir. Eğer dünyayı istese ve dileseydi, kendisine sunulan hediye ve behiyeleri, zekat ve sadakaları ve bu teberru ve terekeleri alsaydı, bugün bir milyoner olurdu. Fakat o, tıpkı Cenab-ı Ömer in (r.a.) dediği gibi: "Sırtıma fazla yük alırsam, nefs-i natıka-i kainatın kalbi ve Allah ın habibi Muhammed-i Arabi Aleyhissalatü Vesselama ve yaranı olan kamil ve vasıllara yetişemem ve yarı yolda kalırım" diyor.
"Bütün eşya ve eflaki senin için yarattım, Habibim" fermanına, "Ben de senin için onların hepsini terk ve feda ettim" diye verilen cevab-ı Hazret-i Risaletpenahiye ittiba ve imtisalen, o da dünya ve mafihayı ve muhabbet ve sevdasını terk ve hatta terki de terk ederek, bütün hizmet ve himmetini ve şu ömr-ü nazeninini envar-ı Kur'âniyenin intişarına sarf ve hasretmiştir. İşte bunun için, şimdi çektiği bütün zahmetler, rahmet, yaptığı hizmetler, hikmet olmuş, celali yüzünden cemalini de gösterip, alem, bir gülzar-ı kemal bulmuştur.
Lütf u kahrı şey-i vahid bilmeyen çekti azap,
Ol azaptan kurtulup sultan olan anlar bizi,
Niyazi-i Mısri gibi diyen bu tercüman, herşeyi hoş görerek, katreyi umman, ademi insan, ve nurunu aleme sultan eylemiştir.
Ona "Kürdi" denilmesi ve kaside-i Hazret-i İmam-ı Ali de (r.a.) görülen kelimesinin hazf ve kalbiyle "Kürt" ima ve işaretinin bulunması, gerçekten Kürtlüğüne delalet etmez ve onun manevi silsile-i şerafet ve siyadetten tenzil ve teb idini icap ettirmez. Bu isnad ve izafe, Kürdistan da doğup büyüyen ve bu lakapla maruf ve meşhur olan bu zatın Risaletin-Nur'un tercümanı olduğunu sırf aleme ilan etmek içindir; yoksa Kürtlüğünü ispat etmek için değildir.
Kürtçe bilmesi, o kıyafete girmesi ve öyle görünmesi, kendini setr ve ihfa için olup, hakiki hüviyet ve milliyetini ihlal ve inkar mana ve maksadıyla değildir diye düşünüyorum.
Alem-i İslamiyet ve insaniyete ve Haremeyn-i Şerifeyne asırlarca hizmet eden bu kahraman Türk milletini onun çok sevmesinde ve hayatının mühim bir kısmını hep Türklerle meskun olan bu havalide geçirmesinde büyük hikmetler, mana ve mülahazalar olsa gerektir.
Ab-ı ru-yi Habib-i Ekrem için,
Kerbela da revan olan dem için,
Şeb-i firkatte ağlayan göz için,
Rah-i aşkında sürünen yüz için.
Risale-i Nur a ve Üstada ve İslama zafer ver, ya Rabbi! Amin.
Ey Risale-i Nur! Seni söndürmek isteyen bedbahtların necm-i istikbali sönsün. İzzet ve ikbali ve şan ü şerefi aksine dönsün. Sen sönmez ve ölmez bir nursun.
Boyun bala, gözün şehla, gören mecnun seni leyla.
Sözün ferşte, gözün Arşta, gönül meftun sana cana.
Nikabın nur, nigahın nur, kitabın nur senin ey nur!
Bağın Nursi, huyun munis, özün idris ferd-i yekta.
Açılmış gül, öter bülbül, yüzünde var zarif bir tül.
Yazılmış üstüne Nur dan " Kab-ı Kavseyni ev edna."
Sana canın feda etmez mi senden hem görenler hak,
Sözün hak, hem özün hak, hem mesleğin hak, hem makamın Kabetü l-ulya.
Üstadım Efendim Hazretleri,
Ben, bu yazıları Risaletu n-Nur'un eli ve kalemi ve diliyle bu hakir kalbime ondan sıçrayan küçük bir kıvılcım parçasıyla yazdım. Kabulünü ve imdad ve ilhamın kesilmemesini rica eder ve hürmetle ellerinizden öper ve dualarınızı beklerim efendim.
Duanıza muhtaç talebeniz
Hasan Feyzi
(Rahmetullahi Aleyh)
� � �
Aziz, sıddık kardeşlerim,
Size dört meseleyi beyan etmek kalbime ihtar edildi:
Birincisi : Hem lisan-ı hal, hem lisan-ı kal ile ve başka tezahüratlarla sorulan bir suale cevaptır.
Deniliyor ki: "Madem Risale-i Nur hem kerametlidir, hem tarikatlerden ziyade İmân hakikatlerinin inkişafında terakki veriyor ve sadık şakirtleri kısmen bir cihette velayet derecesindeler. Neden evliyalar gibi manevi zevkler ve keşfiyatlara ve maddi kerametlere mazhariyetleri görülmüyor; hem onun talebeleri de öyle şeyler aramıyorlar? Bunun hikmeti nedir?"
Elcevap:
Evvela: Sebebi, sırr-ı ihlastır. Çünkü, dünyada muvakkat zevkler, kerametler tam nefsini mağlup etmeyen insanlara bir maksat olup, uhrevi ameline bir sebep teşkil eder, ihlası kırılır. Çünkü amel-i uhrevi ile dünyevi maksatlar, zevkler aranılmaz; aranılsa, sırr-ı ihlası bozar.
Saniyen: Kerametler, keşfiyatlar, tarikatta süluk eden ami ve yalnız imanı taklidi bulunan ve tahkik derecesine girmeyenlere, bazan zayıf olanları takviye ve vesveseli şüphelilere kanaat vermek içindir. Halbuki Risale-i Nur'un imani hakikatlerine gösterdiği hüccetler, hiçbir cihette vesveselere meydan vermediği gibi, kanaat vermek cihetinde kerametlere, keşfiyatlara hiç ihtiyaç bırakmıyor. Onun verdiği iman-ı tahkiki, keşfiyat, zevkler ve kerametlerin çok fevkinde olmasından, hakiki şakirtleri, öyle keramet gibi şeyleri aramıyorlar.
Salisen: Risale-i Nur'un bir esası, kusurunu bilmekle mahviyetkarane yalnız rıza-yı İlahi için rekabetsiz hizmet etmektir. Halbuki keramet sahipleri ve keşfiyattan zevklenen ehl-i tarikatın mabeynindeki ihtilaf ve bir nevi rekabet ve bu enaniyet zamanında, ehl-i gafletin nazarında, onlara su-i zan edip, o mübarek zatları, benlik ve enaniyetle itham etmeleri gösteriyor ki, Risale-i Nur'un şakirtleri, şahsı için keramet ve keşfiyatlar istememek, peşinde koşmamak lazım ve elzemdir.
Hem onun mesleğinde şahsa ehemmiyet verilmiyor. Şirket-i maneviye ve kardeşler birbirinde tefani noktasında Risale-i Nur'un mazhar olduğu binler keramet-i ilmiye ve intişar-ı hizmetteki teshilat ve çalışanların maişetindeki bereket gibi ikramat-ı İlahiye umuma kafi gelir; daha başka şahsi kemalat ve kerameti aramıyorlar.
Rabian: Dünyanın yüz bahçesi, fani olmak haysiyetiyle, ahiretin baki olan bir ağacına mukabil gelemez. Halbuki, hazır lezzete meftun kör hissiyat-ı insaniye, fani, hazır bir meyveyi, baki, uhrevi bir bahçeye tercih etmek cihetiyle, nefs-i emmare bu halet-i fıtriyeden istifade etmemek için Risale-i Nur şakirtleri ezvak-ı ruhaniyeyi ve keşfiyat-ı maneviyeyi dünyada aramıyorlar.
Risale-i Nur şakirtlerine bu noktada benzeyen eskiden bir zat, haremiyle beraber büyük bir makamda bulundukları halde, maişet müzayakası yüzünden haremi, demiş zevcine: "İhtiyacımız şedittir."
Birden, altından bir kerpiç yanlarında hazır oldu. Haremine dedi: "İşte Cennetteki bizim kasrımızın bir kerpicidir."
Birden o mübarek hanım demiş ki: "Gerçi çok muhtacız ve ahirette de çok böyle kerpiçlerimiz var; fakat fani bir surette bu zayi olmasın, o kasrımızdan bir kerpiç noksan olmasın. Dua et, yerine gitsin; bize lazım değil." Birden yerine gitti, Keşifle gördüler diye rivayet edilmiş.
İşte bu iki kahraman ehl-i hakikat, Risale-i Nur şakirtlerinin dünyaya ait ezvak-ı kerametlere koşmadıklarına bir hüsn-ü misaldir.
İkinci mesele : Tevafuk eğer müteaddit tarzda ve ayrı ayrı cihette birbirini takviye edecek surette olsa, kat iyet ve sarahat derecesinde kanaat verebilir.
İşte, hapisten sonra yazılan bir kısım mektuplarımız hem makbul, hem çok ehemmiyetli, hem bu zamanda halk onlara çok muhtaç olduğuna bir emare olarak, yazdığımız zaman, hilaf-ı adet bir tarzda, serçe kuşunun ve kuddüs kuşunun ve güvercinlerin garip bir tarzda odama gelmeleri ve birbirine tevafuk etmesi ve Milas ta ehemmiyetli bir kardeşimiz Halil İbrahim in, kuddüs kuşu bahsi bulunan mektubu aldıkları zaman, aynen, hilaf-ı adet, kilitli bir odasını açarken, kuddüs kuşu oda içerisinde uçmaya çalışması, hem içinde bulunan mektubu, hem bizim kuşlarımıza tevafuku; ve medrese-i Nuriyedeki şakirtlerin o mektuplarımızı okumak zamanında iki çekirge mektubun başına gelip dinlemeleri sabık kuşlarda tevafukatına, bu küçük kuşlar dahi hem tasdik, hem tevafuk ettikleri gibi; İnebolu daki sadık kardeşlerimizin imzalarıyla; yine mektubumuzu gecede okudukları zaman, gayet heyecanlı bir tarzda bir gece kuşu onları korkutup, pencereye el atıp iki kanadıyla pencereyi döğerek lisan-ı hal ile "Ben de o mektupla alakadarım, bizi alakasız zannetmeyiniz" diye yine sabık aynı meseleye ve sabık kuşların alakadarlıklarına, büyük kuş da tam tevafuk ve tasdik ediyor.
Aynı meseleye bu kadar tevafukat Haşiye hem mektuplardaki mücmelen bahsedilen hakikatlerin çok ehemmiyetli olmasından ve nev-i beşerin bu asırdaki vaziyetine bakması noktasında, acaba kainat kitabının hadisat ve meseleleri birbiriyle münasebettarlığını düşünen ve hayali geniş bir ehl-i kalb ve fikir böyle dese, hakkı yok mu ki, güya beşer, gayet kesretli tayyareleriyle ve insan kuşlarıyla, kuşların alemi olan cevv-i havadaki kuşları hem korkutup, hem kuşlar aleminde acip bir heyecanla nev-i beşerin gidişatına karşı kuşlar dahi ciddi alakadarlık gösterip, insanların bu zalim, tahribatçı canavar kuşlarına karşı kimler mukabele edip onları zulümden, tahripten vazgeçirip beşerin menfaatinde ve saadetinde çalıştırmasına çalışan kimlerdir, diye Risale-i Nur meselelerine alakadarlık gösteriyorlar denilse, yeri yok mu? İhtimal verilmez mi? Manasız bir hayal denilebilir mi?
Üçüncü mesele : Geçen üç sene evvel Ramazan da telif edilen ve yine bu sene Ramazan da serbest intişar eden Ayetü'l-Kübrâ nın bir hülasası olan Hizb-i Nuriyeyi okudum. Fakat bir saatten fazla çekerdi. Birden o hülasanın da bir hülasası, on veya onbeş dakika aynı Ramazan da tezahür etti. Onu okuduğum zaman, bütün Ayetü'l-Kübrâ yı okuyorum gibi bir inkişafat-ı imaniye ve sırrına mazhar iki veya üç sayfalık Arabiyyü l-ibare okuyorum. Vakit bulamıyorum, kendi kalemimle size yazayım. İnşaallah bir zaman size yazacağım. O parçayı benim gibi anlayanlar, kendisine mahsus nüshalarından ya Ayetü'l-Kübrâ ya, ya Hizbü n-nuriyenin ahirinde yazar, tesbihattan ve duadan sonra otuz üç defa tesbihatımızın yerinde-yalnız sabah tesbihatında, manasını düşünerek-onu okuyabilir.
Dördüncüsü : İki noktadır:
Birincisi: Isparta lı kardeşlerimiz, hususan gül Nur kahramanı Hüsrev, benim bu kış münasebetiyle maddi hacetlerimi merak ediyorlar, yardım etmek istiyorlar. Ben de onlara teşekkürle beraber derim ki:
Onların Risale-i Nur a hizmeti,
Haşiye
Bu mektubu üstadımızdan yeni almıştık. Ben, yani Hüsrev, okuyordum; arkadaşım Tahiri yazıyordu. Gül kahraman kuşu odamızın penceresine konup Hüsrev in başını görmekle bırakıp gitti.
Hüsrev, Tahiri
her şakirdin saadet-i ebediyesine menfaati gibi, benim de hakiki kışım suretinde olan kabrimden sonraki kışta ihtiyacatıma o derece mükemmel yardım ediyorlar ki; bu fani, muvakkat kışın hacatına yardımdan binler derece ziyadedir. Eğer benim elimden gelseydi, bütün ruh u canımla, kemal-i iştiyakla bütün onların hacat-ı maddiyesini temine çalışırdım. Beni merak etmeyiniz. İktisat ve kanaat, bana iki hazinedir; tükenmez, bitmez.
İkinci nokta: Bir zaman "Küçük Isparta" namını alan ve her yerden ziyade, geçen meselemizde hapis musibetini çeken İnebolu ve civarı kardeşlerimin gayet güzel ve samimane mektupları beni çok mesrur eyledi. Yalnız, Risale-i Nur'un kahramanlarından baba-oğulun meşrepleri ayrı ayrı olduğundan, birbiriyle tam imtizaç edemediklerinden endişe ediyorum. Baba ne kadar haksız da olsa, oğul, onun rızasını tahsil etmeye mecburdur. Oğul da ne kadar serkeş de olsa, baba, şefkat-ı fıtriyesini ona karşı esirgemez ve esirgememeli. Değil böyle baba ve evlat ve mümtaz seciyeli ve Risale-i Nur'un baş şakirtleri, belki birbirinden çok uzak ve düşman da olsalar, Risale-i Nur'un hatırı için Risale-i Nur şakirtlerinin mabeynindeki tefani, birbirini tenkit etmemek, kusurunu affetmek düsturuyla bu iki kardeşim, dünyevi ve cüz i ve hissi şeyleri medar-ı münakaşa etmesinler. Pederlik ve veletliğin iktiza ettiği hürmet ve şefkatle beraber, Nur'un şakirtliği iktiza ettiği kusura bakmamak ve affetmek ve benim çok sevdiğim iki kardeşim, benim hatırım için, birbirini tenkit etmemek lazım geliyor.
Umum kardeşlerime birer birer selam ve dua ediyoruz.
� � �
Aziz, sıddık kardeşlerim,
Manen maruz kaldığım iki şıklı bir sualin cevabıdır:
Birincisi: "Neden en ziyade senin şahsın hakkında hüsn-ü zan eden ve sana büyük bir makam veren ve Risale-i Nur la çok kuvvetli irtibatı bulunan ve sen de onları çok sevdiğin halde, hizmet-i Nuriyenin haricinde senin şahsınla temaslarını istemiyorsun ve senin hakkında fazla hüsn-ü zan beslemeyeni sohbette tercih ediyorsun, daha ziyade iltifat gösteriyorsun, nedendir?"
Elcevap: Otuz Üçüncü Sözün İkinci Mektubunda dediğim gibi: Bu zamanda insanlar, ihsanını, muhtaçlara çok pahalı satarlar. Mesela, benim gibi bir biçareyi, salih veya veli zannedip, sonra bir ekmek verir ve mukabilinde makbul bir dua ister. Bu kadar fiyat vermektense, bu ihsanı istemiyorum diye hediyelerin adem-i kabulüne bir sebep gösterdiğim gibi; Risale-i Nur'un has şakirtleri müstesna olarak-başkaları, beni, büyük bir makamda bilmekle, kuvvetli bir alaka ve hizmet gösterir. Hem mukabilinde, dünyada, ehl-i velayet gibi nur ani neticeleri ister. Sonra bize hizmeti ile ve alakasıyla manevi ihsan eder. Böylelerin bu nevi ihsanlarına karşı, istediği fiyata sahip olamadığım için mahcup oluyorum. Onlar da ehemmiyetsizliklerimi bildikleri vakit inkisar-ı hayale uğrarlar, belki hizmette fütura düşerler. Gerçi umur-u uhreviyede hırs ve kanaatsizlik bir cihette makbuldür. Fakat mesleğimizde ve hizmetimizde, bazı arızalarla, inkisar-ı hayal cihetiyle, şükür yerine, meyusiyetle şekva etmeye sebep olur; belki de hizmetten vazgeçer. Onun için, mesleğimizde kanaat, daima şükrü ve metaneti ve sebatı netice verdiği için, ihlas dairesinde, hizmet noktasında çok hırs ve kanaatsizlik gösterdiğimiz halde, neticelerine ve semeratına karşı kanaatle mükellefiz.
Mesela, Risale-i Nur hizmetiyle Isparta ve civarında binler ehl-i imana fevkalade kuvvet-i imaniyeyi temin etmek olan bu netice, bizim fevkalade hizmetimize kafidir. On kutup derecesinde biri çıksa, bin adamı derece-i velayete sevk etse, yine bu neticeyi aşağıya düşürtmez. Nurun hakiki şakirtleri, bu gibi neticelere kanaat ediyorlar. O büyük kutbun müridlerinin kanaat-i kalbiyelerini temin eden üstadlarının fevkalade makamı ve meselelerde hükümleri yerine, Risale-i Nur'un sarsılmaz hüccetleri, o müridlerinin kanaatlerinden çok ziyade şakirtlerine kanaat verdiği gibi, bu halet ve itikad başkasına da sirayet eder, menfaat verir. O müridlerin kanaati ise, hususi ve şahsi kalır.
Hatta ilm-i mantıkta "kaziye-i makbule" tabir ettikleri, yani büyük zatların delilsiz sözlerini kabul etmektir; mantıkça yakin ve kat iyyeti ifade etmiyor, belki zann-ı galiple kanaat verir. İlm-i mantıkda; bürhan-ı yakini, hüsn-ü zanna ve makbul şahıslara bakmıyor, cerh edilmez delile bakar ki, bütün Risale-i Nur hüccetleri, bu bürhan-ı yakini kısmındandır.
Çünkü, ehl-i velayetin amel ve ibadet ve süluk ve riyazetle gördüğü hakikatler ve perdeler arkasında müşahede ettikleri hakaik-i imaniye, aynen onlar gibi, Risale-i Nur, ibadet yerinde, ilim içinde hakikate bir yol açmış; süluk ve evrad yerinde, mantıki bürhanlarla ilmi hüccetler içinde hakikatü l-hakaike yol açmış; ve ilm-i tasavvuf ve tarikat yerinde, doğrudan doğruya ilm-i kelam içinde ve ilm-i akide ve usulü din içinde bir velayet-i kübra yolunu açmış ki, bu asrın hakikat ve tarikat cereyanlarına galebe çalan felsefi dalaletlere galebe ediyor, meydandadır.
Teşbihte hata olmasın, nasıl ki Kur'ân ın gayet kuvvetli ve mantıki hakikati, sair dinleri, felsefe-i tabiiyenin savletinden ve galebesinden kurtarıp onlara bir nokta-i istinad oldu, taklidi ve aklın haricindeki usullerini de bir derece muhafaza etti. Aynen öyle de, bu zamanda onun bir mucizesi ve nuru olan Risale-i Nur dahi, felsefe-i maddiyeden gelen dehşetli dalalet-i ilmiyeye karşı, avam-ı ehl-i imanın, taklidi olan imanlarını, o dalalet-i ilmiyenin savletinden kurtarıp, umum ehl-i imana bir nokta-i istinad ve yakın ve uzaklarda olanlara dahi, zaptedilmez bir kale hükmüne geçmiştir ki, bu emsalsiz dehşetli dalaletler içinde, yine avam-ı mü minin imanını, şüphelerden ve İslamiyetini, hakikatsizlik vesveselerinden muhafaza ediyor.
Evet, her tarafta, hatta Hint ve Çin de ehl-i iman, bu zamanın çok dehşetli dalaletinin galebesinden, "Acaba İslamiyette bir hakikatsizlik mi var ki, sarsılmış?" diye şüpheye ve vesveseye düştüğü vakit birden işitir ki, bir risale çıkmış, imanın bütün hakikatlerini kat i ispat eder, felsefeyi mağlup edip zındıkayı susturuyor, diye anlar. Birden o şüphe ve vesvese zail olup imanı kurtulur ve kuvvet bulur.
Sualin ikinci şıkkı: "Sen, bir mektubunda, şairane bir latifeyi yani kuşların, mektuplarını yazmak ve okumak zamanında yanınıza ve şakirtlerin yanına gelmelerini o latifeyi ciddi bir tarzda kardeşlerine yazdın. Halbuki o kuşlar, hal-i alemi ve Risale-i Nur'un hadisata karşı faydasını bilecek mahiyetinden uzaktırlar."
Elcevap: Emir ve izn-i İlahi ve havl ve kuvvet-i Rabbaniye ile, umum hayvanatın, melaikeden bir çobanı, bir nazırı olduğu gibi, kuş taifesinin de bir çobanı var. Onlar bilmese de, emr-i İlahi ile ve ilham-ı Rabbani ile, çobanları onları sevk eder. O sevk-i fıtri ise, kuşlara gelen ilhama dayanır. Kuşlar, ilhama mazhardırlar ki, yaşı bir günlük bir arı yavrusu, havada, bir gün mesafede gider, o ilham-ı fıtri ile, o sevk-i Rabbani ile yolunu şaşırmadan dönüp, gelip yuvasına girer.
Evet, nasıl ki küre-i arz Risale-i Nur ve şakirtlerine gelen zulme itiraz etti ve cevv-i hava yağmursuzlukla ve soğukla Risale-i Nur a gelen tazyikat ve müsadereyi tenkit etti ve bulutlar serbestiyetini yağmurlarla alkışladı; elbette kuş nev i de alakadar olabilir.
Evet, insanın bir kısım sun i kuşlarının bir bomba yumurtasıyla bir köyü harap edip bin adamı mahveden cinayetine ve cehennemi zakkum yumurtaları taşıyan o insani kuşların tahripçi kısmını, hem küre-i arza, hem nev-i beşere müstebidane, merhametsiz tahribatına karşı, bu hayvani kuşlar, tesirli bir surette istikbali tenvir eden Risale-i Nur u elbette manen tebrik edip alkışlar, diye suretindeki hadise, gerçi çok tatlı bir latifedir; fakat çok ince bir hakikat dahi içinde var.
� � �
Kardeşlerim,
Bu defa Meyve Risalesi nin tam kıymetini bilen ve kendine "Meyveci" namını veren Risale-i Nur santralcısının yazdığı mektup, beni çok memnun eyledi. Çünkü, Hulusi, Hakkı gibi yirmi seneye yakın bir zamandan beri mabeynlerinde olan samimane dostluk ve kardeşlik tam devam ve sebat ettiği gibi, onların Risale-i Nur a karşı alaka ve irtibat ve sadakatleri, aynen mabeynlerindeki halisane münasebetleri gibi hem devam ediyor, hem metanet kesb ediyor, arızalarla sarsılmıyor. Cenab-ı Hakka şükrediyorum ki, böyle halis, muhlis ve başkalara hüsn-ü misal olan sadık şakirtleri Risale-i Nur a vermiş ki, daimi hakta hulus ile ve Nur hizmetinde sabır içinde şükrediyorlar.
O Meyvecinin civarında, ismini söylemediğim malum ve çok alakadar olduğum kardeşlerim, hususan Barla sıddıkları, beni çok defa hayalen eski zamana ve o memlekete celb ediyorlar, Barla ve dağlarında gezdiriyorlar. Ben, onlarla ve o yerleriyle çok alakadarım, unutmuyorum. Onlara binler selam ediyorum.
� � �
Kozca hatibi Hasan Şükrü nün mektubu beni memnun eyledi; selam ederim. Masumlar, ümmiler, hemşireler ve kaleme çalışanlar başta olarak umum kardeşlerime birer birer selam ve dua ediyoruz.
Kardeşiniz
Said Nursi
� � �
Mahkeme tarafından bana iade edilen, daha elime geçmeden postadan müsadere edilen mübarekler heyetinin pehlivanı Küçük Ali nin bir mektubunu gördüm ki, her iki sene bir defa bütün Risale-i Nur u yazmaya karar vermiş, yapmış. Bu kahramanlığı ile, benim, Risale-i Nur'un birinci şakirdi olan Büyük Mustafa da hakiki bir Abdurrahman ı ve arkasında çok Abdurrahman ları göreceğim diye keşfiyatımı tam tasdik etmiş ve o mübarek Mustafa nın vazifesini tam yapmış. Ve Hafız Mustafa dahi, Hafız Ali zamanında tam bir muavini ve vefatından sonra tam bir varisi olduğunu hapiste gösterdi. Demek mübarek heyet-i alisinde, on sekiz sene evvel ümit ettiğim hizmet-i Nuriyeyi tam yapmışlar ve yapıyorlar. Ektikleri tohumlar, onlar çalışmasalar da, onların bedeline mahsulat veriyor.
Umum kardeşlerimize birer birer selam ve dua ediyoruz.
� � �
Aziz, sıddık kardeşlerim,
Evvela: Sizin leyali-i aşere olan mübarek o geçmiş gecelerinizi ve kudsi bayramınızı ruh u canımızla tebrik ediyoruz. Cenab-ı Hak, rahmet ve keremiyle ve hıfz ve himayetiyle ve tevfik ve hidayetiyle, Risale-i Nur'un tab ve intişarına ve Kur'ân-ı Mucizü l-Beyanın tevafuklu tab ına sizleri muvaffak eylesin. Amin.
Saniyen: Risale-i Nur'un bir hülasası olan Ayetü'l-Kübrâ ve Hizb-i Nuriyenin bir hülasatü l-hülasası hükmünde otuz üç kelime-i tevhidin namaz tesbihatındaki eskiden beri okuduğum ve Risale-i Nur'un ekser hakikatleri namaz tesbihatında inkişaf etmesiyle hayalim fazla tevessü ederek, o otuz üç kelime-i tevhid, herbirisini kainatın bir tabaka-i mahlukatının lisan-ı haliyle söylediği o kelimeyi ben o lisan ile söylüyorum gibi, o külli lisan-ı hal, benim cüz i lisan-ı kalimin aynı olur. Ben, kemal-i zevkle okuyorum. Size de suretini gönderiyorum.
Benim şüphem kalmadı ki: ... sırrını taşıyan Hizb-i Nuriyenin on beş dakika zarfında bu hülasatü l-hülasası dahi aynı sırrı taşıyor. Arabi bilmeyenler, Ayetü'l-Kübrâ nın mertebelerini güzelce anlasalar, bu Arabi parça tam anlaşılır. Arabi bilmeyen, birkaç defa ikisine baksa, tam anlayacak. Bunu ben yirmi dört saatte bir defa ya sabah namazının tesbihatında veya başka vakitte, en ziyade usandığım ve sıkıntı zamanında okuyorum. Bana ulvi bir inşirah verir, usancı izale eder. Ayetü'l-Kübrâ ve Hizb-i Nuriyenin ahirinde yazılsa, münasip olur. Manidardır ki, Ayetü'l-Kübrâ ve Risale-i Nur'un ekser hakikatleri, Ramazan da ve tesbihatında zuhuru gibi, bu Hülasatü l-Hülasa, aynen Ramazan da ve tesbihatta zuhur etti.
Salisen: Bugünlerde haber aldım ki, Heyet-i Vekile, benim nüfusumu Kastamonu dan alıp Emirdağına nakletmeye karar vermişler. Anlaşılıyor ki, Risale-i Nur a ve talebelerine ilişmeye bahane bulamıyorlar, yalnız ehemmiyetsiz şahsıma ehemmiyet veriyorlar, kayıtlar altına alıyorlar.
Ben de size bütün kuvvetimle temin ediyorum ki, ben ruh u canımla, onların, Risale-i Nur ve talebelerine ilişmeye bedel bana ilişmelerini iftiharla kabul ediyorum. Güya başka yerlerde birden bana iltihak ediyorlar ve men ine çare bulamıyorlar, fakat burada tam çare bulmuşlar zannedip böyle muamele oluyor. Siz hiç müteessir olmayınız. Benim bu vaziyetim, Risale-i Nur şakirtlerinin fütuhatlarına bir vesiledir. İnayet-i merhamet-i İlahiye, hakkımda ehl-i dünyanın haksızlıklarını büyük bir hayra çevirecek kanaatindeyim. Zaten mesleğimizde zaman, mekan sohbetimize mani olamaz. Şarkta, garpta, hatta ahirette, berzahta olsa da beraberiz. Mesela, berzahta Hafız Ali (r.h.) hergün manen yanımızdadır. Bu hakikate binaen, suri ayrılmaya, hatta ölüme ehemmiyet vermemeliyiz.
Rabian: Medrese-i Nuriye kahramanlarından marangoz Ahmed in bülbülü, gül fabrikasının mübarek gülcü katibinin bülbülünü tasdik etmesi pek latif olmuş. Zaten baharda umum kuşlar namına nebatat kafilelerinin erzak-ı hayvaniyeyi getirmelerine karşı bülbüller bir hatiptir ki, onları kuşlar namına alkışlıyor. Risale-i Nur'un kuşlar tarafından alakadarlıkları içinde, elbette yine başta bülbül görünmek lazım geliyor ki göründü.
Safranbolulu muhlis, metin kardeşimiz Mustafa Osman, "Buradaki kardeşlerime bir iki mektup gönderdim" diyor; mektupların cevabını alamadığından telaş etmiş. Etmesin. İhtiyata binaen ve Isparta vasıtasıyla muhabereye itimaden ona ayrı mektup yazılmamış; merak etmesinler. Kastamonulu kardeşlerimiz de telaş etmesinler. Nüfusumun buraya nakli, Kastamonu ve onlarla alakamı gevşetmez, bilakis daha kuvvetli beni onlarla bağlıyor. Ben, ekser vakitte hayalen ve manen kendimi Kastamonu nun mübarek dağlarında ve o kardeşlerimin yanında buluyorum.
� � �
Aziz, sıddık kardeşlerim ve hakiki varislerim,
Bayram tebriklerine ait çok mektupları aldım. Herbirine cevap vermeye vaktim, halim müsaade etmiyor. Herbir mektubu, çok kardeşlerimi temsil ederek bir has kardeşimiz yazmış. O mektuplarda, tebrikten başka bazı ehemmiyetli noktalar da var; beni mesrur, minnettar eyledi.
Ezcümle, Gül ve Nur fabrikası namına Hüsrev in tebrik mektubu, beni sevinçle ağlattırdı. Zaten Hüsrev in mümtaz bir hasiyeti budur ki, şimdiye kadar bana gelen bütün mektuplarının hiçbirisi beni incitmiyor; elim zamanlarımda da yumuşak geliyor, ruhumu okşuyor. Bu cihette dahi ona şahsım itibarıyla çok minnettarım.
Hulusi-i Sani Sabri nin, malum kardeşleri hesabına tebriknamesi, beni derinden derine sevindirdi. O has kardeşimizin takdir ve tahsin noktasında ileri olması, Hüsrev ve Hasan Feyzi hakkında çok güzel takdiratı, beni cidden müferrah eyledi. Hasan Feyzi nin Denizli şakirtlerinin hesabına tebriki dahi onun yüksek irtibatını, kuvvetli alakasını gösterdi.
Kastamonu fedakarları namına Kastamonu nun Hüsrev i ve Rüştü sü olan Feyzi ve Emin in tebrikli mektubu ve Feyzi nin malum hadisede hiçbir endişe verecek bir hal vuku bulmadığını, bilakis bir teşvik kamçısı hükmüne geçtiğini yazması, bizim endişemizi izale etti.
Nazif in o havalideki kardeşlerimizin namına tebriki ve Nazif in sarsılmaz sadakat ve irtibatı ve kuvvetli ümitleri bize tam bir nefes aldırdı. Onun hususi rakipleri bulunduğu için telaşlıydım.
Sadakati harika olduğu gibi, cesareti de o nisbette olan Halil İbrahim in (r.h.) doğrudan doğruya benim adresime gönderdiği tebrikini aldım. Onu ve Nur'un dikkatli avukatı başta olarak onların umumuna selam ve bayramlarını tebrik ederiz.
Medrese-i Nuriye kahramanlarından Şükrü Efenin kuşların ve serçelerin alakadarlıklarını gösteren mektubu, kahraman marangozun teyidini teyid etti, bizi de memnun etti.
Atabey kardeşlerimizden, Lütfi varislerinden Ali Osman ın mektubundaki sualine cevap vermeye vakit bulamadık.
İşte bu mezkur kardeşlerimizin herbiri temsil ettikleri kendilerine ve arkadaşlarına ayrı ayrı ruh u canımızla maddi ve manevi bayramlarını tebrik ediyoruz ve büyük Refet kardeşimize binler safalarla geldin deriz.
Umum kardeşlerime ki, içinde masumlar taifesi ve ümmi ihtiyarlar ve fedakar hemşireler taifeleri olarak birer birer üçüncü olarak bayramlarınızı tebrik ve selam ve selamet ve saadetlerine dua ederek hatm-i mekal ediyorum.
� � �
Aziz, sıddık kardeşlerim,
Merhum Şehid Hafız Ali nin (r.h.) kitaplarıyla beraber bana gelen mübareklerin pehlivanı ve Abdurrahman ların kahramanı büyük ruhlu Küçük Ali nin Sikke-i Tasdik-i Gaybi namındaki mecmuası çok güzel ve münasiptir. Fakat Lahikada ve bilhassa Emirdağı parçasında, Risale-i Nur'un kerametlerine alakadar zelzele ve yağmur ve kuşlar bahisleri gibi daha münasip gördüğünüz mektuplar o Sikke nin ahirine girse, daha güzel olur. Bu münasebetle, mübarekler heyetinin bayramlarını tekrar tebrikle Küçük Ali ye bin barekallah derim.
Safranbolu bahadırı fedakar Mustafa Osman ın buradaki şakirtlere gönderdiği güzel mektubu okudum. Bu zat dahi Hasan Feyzi gibi fevkalade sadakatini ve hüsn-ü zannını edibane yazmış, fakat Risale-i Nur'un şahs-ı manevisi yerine bana haddimden çok ziyade makam vermiş. Üstadını, kendi parlak aynasında çok parlak görmüş. Ben de onun o hüsn-ü zannını bir manevi dua yerinde kabul ettim. Hem onun, hem civarındaki kardeşlerimizin bayramlarını tebrik ederiz.
� � �
Muhterem, sevgili, mübarek kardeşlerim Risale-i Nur talebelerine beyan ediyorum ki:
Risale-i Nur bir ibrişimdir ki, kainat ve kainattaki mevcudatın tesbihatları onda dizilmiştir.
Risale-i Nur ahize ve nakile ile mücehhez bir radyo-yu Kur'âniyedir ki, onun tel ve lambaları, ayna, tel ve bataryaları hükmündeki satırları, kelimeleri, harfleri öyle intizamkarane ve icazdarane bast edilmiştir ki, yarın her ilim ve fen adamları ve her meşrep ve meslek sahipleri, ilim ve iktidarları miktarında alem-i gayb ve alem-i şehadetten ve ruhaniyat aleminden ve kainattaki cereyan eden her hadisattan haberdar olabilir.
Risale-i Nur mü minlere; Kur'ân dan hedaya-yı hidayet, kevneyn-i saadet, mazhar-ı şefaat ve feyz-i Rahmandır.
Risale-i Nur, kainata baharın feyzini veren bir ab-ı hayat ve ayn-ı rahmet ve mahz-ı hakikat ve bir gülzar-ı gülistandır.
Risale-i Nur lütf-ü Yezdan, kemal-i iman, tefsir-i Kur'ân ve bereket-i ihsandır.
Risale-i Nur, kafire hazan, münkire tufan; dalalete düşmandır.
Risale-i Nur bir kenz-i mahfi ve bir sandukça-i cevher ve menba-ı envardır.
Risale-i Nur hakaik-i Kur'ân ve mirac-ı imandır.
Risale-i Nur Kur'ân ve hadisten sonra sertac-ı evliya, sultanü l-eser ve zübdetü l-meani ve ataya-yı İlahi ve hedaya-yı Sübhani ve feyyaz-ı Rahmanidir.
Risale-i Nur bir bahr-i hakaik ve bir sırr-ı dekaik ve kenzü l-maarif ve bahrü l-mekarimdir.
Risale-i Nur hastalara şifahane-i hikmet ve ma-i zemzem, sağlara maişet-i hakikat ve rih-ı reyhan ve misk-i anberdir.
Risale-i Nur mev id-i Ahmedi (a.s.m.) ve müjde-i Haydari (r.a.) ve beşaret ve teavün-ü Gavsi (k.s.) ve tavsiye-i Gazali (k.s.) ve ihbar-ı Farukidir (k.s.).
Risale-i Nur şems-i Kur'ân-ı Mucizü l-Beyanın elvan-ı seb ası, Risale-i Nur'un menşur-u hakikatinde tam tecelli ettiğinden, hem bir kitab-ı şeriat, hem bir kitab-ı dua, hem bir kitab-ı hikmet, hem bir kitab-ı ubudiyet, hem bir kitab-ı emir ve davet, hem bir kitab-ı zikir, hem bir kitab-ı fikir, hem bir kitab-ı hakikat, hem bir kitab-ı tasavvuf, hem bir kitab-ı mantık, hem bir kitab-ı ilm-i kelam, hem bir kitab-ı ilm-i ilahiyyat, hem bir kitab-ı teşvik-i san at, hem bir kitab-ı belağat, hem bir kitab-ı isbat-ı vahdaniyet, muarızlarına bir kitab-ı ilzam ve iskattır.
Risale-i Nur Kur'ân semalarından bir sema-yı maneviyenin güneşleri, ayları ve yıldızlarıdır. Nasıl ki zahiren, perde-i esbab olan güneşten, kamerden ve kevkeb-i münirden bütün kainat tenevvür ve tezeyyün ve bütün eşya neşvünema ve hayat buluyor.
İşte Risale-i Nur da Kur'ân-ı Mucizü l-Beyandan alıp saçtığı şualarla bütün aleme, hayat; ve ademe, kamil insan; ve kulube, neş e-i iman; ve ukule, yakin bir itminan; ve efkara, inkişaf-ı iman, ve nüfusa, teslim-i rıza ve candır. O sema-yı maneviyeyi bazan ve zahiren bihasbilhikmet afaki bir bulut kütlesi kaplar. O celalli sehabdan öyle bir baran-ı feyz-i rahmet takattur eder ki, sümbüllenmeye müstaid tohumlar, çekirdekler, habbeler o sıkıcı ve dar alemde gerçi muztarip olurlar, o sıkılmaktan üzerlerindeki kışırları çatlar ve yırtarlar; o anda bulutlar da ufuklara çekilip nöbetçi vaziyetinde beklemesi bir imtihan-ı Rabbani ve bir inkişaf-ı feyezani ve bir rahmet-i nuranidir ki, evvelceki bir habbe, bir çekirdek yeniden taze bir hayata iştiyakla ve neş e-i inkişafla meyvedar koca bir ağaç suretini alır ve sırrına mazhar olurlar.
Evet, yirmi senedir devam eden şu mevsim-i şita, inşaallahu teala nihayet bulmuş ola... Dünyaya yeni ve feyizli bir fasl-ı nev bahar gele ve alemin yüzü nur ile güle...
Risale-i Nur Kur'ân-ı Mucizü l-Beyanın taht-ı tasarrufunda olduğundan, ona uzanan, ilişmek isteyen her el kırılır ve her dil kurur. Kur'ân-ı Mucizü l-Beyanın kavl-i şerifinin ima ve işaratından şu devrede Türk lisanının sadmeler geçirmesine bakılırsa, Risale-i Nur, Türkçede, lisan üzerinde de imam olacağına, yani yarın halis Türkçe olan Risale-i Nur'un kesb-i imtiyaz edip diğerlerini terk edeceklerine dair işaret-i Kur'âniyedendir demiş olsam, hata etmemiş olurum zannederim.
Başta Üstadımız olduğu halde bilumum kardeşlerimize samimi selamlarımla arz ve hürmetler eyler, mübarek bayramlarını tebrik ve tesid eylerim. Üstadım hakkında birşey yazamadım. Çünkü veraset-i Muhammediye (a.s.m.) makamında olan bir zat-ı alikadr hakkında ne diyebilirim? Ona Hasan Feyzi Efendi kardeşimizin sözlerini tekrar etmekten başka birşey bilmem.
Milas ve havalisi Risale-i Nur
talebeleri namına duanıza muhtaç
Halil İbrahim (r.h.)
Halil İbrahim'in Risale-i Nur hakkındaki parlak fıkrasının sonunda kaydedilip, ikisi beraber Emirdağı mektuplarının ahirlerinde kaydedersiniz. Bu zat, Risale-i Nur'un çok eski ve çok sadık ve çok fedakar bir şakirdidir. Risale-i Nur a hitap ederek bu mektubu yazmış.
Said Nursi
� � �